| 0 yorum ]


AZERBAYCAN TARİHİ
a) Azerbaycan Adının Ortaya Çıkışı ve Türklerin Bu Ülkeye Yerleşmeleri
Bugün, "Azerbaycan Türk Lehçesi ile Konuşan Türklerin Ülkesi" manasına gelen Azerbaycan'a Türklerin ilk gelişi M.Ö. VII. yüzyılda oldu. Sakalar (İskitler) olarak bilinen bu ilk Türk grubu uzun yıllar bugünkü Azerbaycar topraklarında yaşamışlardır. Sakalardan sonra bu ülkeye Türk oldukları söylenen Albanlar gelmiş. Albanların kurduğu devletin de uzun süre yaşadığını görmekteyiz. Albanya devletini yıkanlar ise Medialılar olmuştuı. Medialılann kurduğu devleti ise M.Ö.. IV. yüzyılda Büyük İskender hakimiyeti altına almıştır. İskenderin ölümünden sonra ise bölgede "Media-Atropatan'ı" devletinin kurulduğunu görüyoruz. "Ateş Yurdu" manasına gelen "Atropatan"ı: bir ülke adı olarak ortaya çıkışı, bu bölgede ateşperestliğin yaygın oluşunun en büyük delili olmuştur. Bu da, daha M.Ö.'ki yıllarda bu ülkede petrolün var olduğunu göstermektedir. İranlıların "Aterpatagau" ve "Ader-bigan" ve Arapların "Azerbaycan" dedikleri bu ülke, Türklerin de Müslüman olmaları dolayısıyla Azerbaycan bugüne kadar son söyleniş şekliyle gelmiştir.
Bizans ile Sasani İran'ın uzun süre hakimiyet kavgası yaptığı Azerbaycan' a Türklerin yemden hakim olduğunu görmekteyiz. M.S. 48 yılında ikiye ayrılan Orta Asya Büyük Hun Türk İmparatorluğu'nun Batı kısmım teşkil eden Hun Türkleri bir asır sonra Kafkaslardan Macaristan'a kadar olan bölgeli hakimiyetleri altına almışlardır. İşte bu tarihten itibaren Hun Türklerinden büyük bir kitlenin Azerbaycan'a yerleştiğini görmekteyiz. Hunların gelişini Hazarlar, onlarıda Sabirler ve Ağaçeriler takip etmiştir. Ayrıca, Göktürklerin bütün Orta Asya'ya hakim olmalarından sonra bazı Türk kavimlerinin Kafkaslar'a özellikle Azerbaycan'a gelip yerleştiklerini görüyoruz.
M S. VIII. yüzyılın ortalarına kadar Azerbaycan bu Türk gruplarının yurdu olarak kalmıştır. Bu asrın ortalarında İslamı yayan Arap ordularının Kafkaslar'a Imesi ile burada yaşayan Türklerin önemli bir kısmının müslüman olduğunu görüyoruz. Yani Müslüman Oğuzlar'ın (Türkmenler) gelmesinden önce İslamiyet Azerbaycan'a gelmiş bulunuyordu. Fakat, M.Ö. ve M.S.vuku bulan bütün bu gelişmelere rağmen Azerbaycan'ın tam bir Türk ülkesi haline gelmesi Selçuklular zamanında olmuştur. Sultan Alp Arslan'ın (1063-1072) 1071 senesinde Bizanslıları Malazgirt Meydan Muharebesinde yenmesinden sonra hem Azerbaycan ve hem de Anadolu birer Türk vatanı haline gelmişlerdir . Orta Asya Türk ülkelerinin Moğol istilasına uğramasından sonra bazı Türk grupları Moğol hakimiyetini tanımadıkları için onlar da gelip Azerbaycan'a yerleşmişlerdir.
Azerbaycan Türkleri, Selçuklulardan sonra sırasıyla Moğollar ve Timurlular idaresinde yaşamış, bilâhare de Kara ve Ak Koyunlu Türkmenler Devletlerini kurmuştur. Ne var ki, Azerbaycan Türkleri, Anadolu'da Osmanlı Devleti'ni kuran kardeşleri ile lüzumsuz bir şekilde Doğu Anadolu hâkimiyeti için rekabete girmişler ve bu rekabet neticesinde de Şia'yı tam bir sapık ideoloji şeklinde benimseyen Şeyh Cüneyd'e kucak açmak suretiyle tarihinin en önemli hatalarından birini işlemişlerdir0. Zira, bu Şia inancı kardeşi kardeşten uzak tutmuştur. XVI. asrın başlarında Ak Koyunlu Devleti'nin inkırazı ile Azerbaycan Türkleri Şah İsmail (1500-1524) önderliğinde yeni bir devlet kurmuşlardır ki buna Safevî Devleti denmiştir.
Azerbaycan'da Erdebil kasabasında bir şeyh ailesinden gelen Şah İsmail'in şiiliği siyasî bir vasıta olarak kullanıp yükselmesi yalnız Azerî Türklerinin değil, bütün Türk-İslâm âleminin kaderini değiştiren büyük olaylardan biri olmuştur. Azerbaycan Türklerinin çoğunluğunun Sünnî olmasına rağmen, Şah İsmail, ilk başarısını Azerbaycan'da elde etmiş ve bir Azerî şehri olan Tebriz'de taç giymiştir. Şah İsmail bilâhare bütün Azerbaycan'ı imparatorluğuna dâhil edince Azerî Türkleri ordusunun esas nüvesini teşkil etmiştir. Şiî-Sünnî mücadelesinin en hareketli zamanında Osmanlı hükümdarı Yavuz Selim (1512-1520), Şah İsmail'i 1514'de Çaldıran'da yenince Tebriz'i ve Güney Azerbaycan'ı işgal etmiş ve böylece de Azerbaycan Türklerinin bir kısmı Osmanlı Türkleri ile birleşmişlerdir. Bir müddet sonra Tebriz'in Osmanlılar tarafından boşaltılmasına rağmen, Güney Azerbaycan Türklerinin bir kısmı Osmanlı Devleti hudutları içinde uzun zaman kalmışlardır. Ne var ki, Şah İsmail'den sonra Safevî Devleti Türk karakterinden hızla uzaklaşmış ve tam manâsıyla bir İran (Fars) devleti haline gelmiştir. Bu arada, İranlıların Şiî propagandasını yeniden hızlandırmaları üzerine Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566), İran üzerine sefer yapmaya mecbur kalmış ve 1534'de Güney Azerbaycan'ın diğer kısımları ile Tebriz'i tekrar Osmanlı Türkiyesi ile birleştirmiştir. Fakat Osmanlı idaresi uzun sürmemiş ve birkaç sene sonra Tebriz yeniden İranlıların eline geçmiştir. Şiî propagandasının devamlılığı Sünnî müslümanlar arasında büyük huzursuzluk yarattığından Osmanlı-İran mücadelesi yeniden başlamıştır. 1578 ve 1588 yılları arasında cereyan eden bu mücadelenin son yıllarında Ferhad Paşa kumandasındaki \ Osmanlı kuvvetleri, İranlıları yenerek Tebriz'i geri aldıktan başka, Azerbaycan'da ilerleyerek Hazar Denizi'ne kadar olan bölgeyi de Osmanlı idaresine sokmuştur. İlk defa Azerbaycan Türkleri ile Anadolu Türkleri bir bayrak altında toplanmışlardır. Ne var ki, bu birlik uzun sürmemiştir. Azerbaycan'daki Osmanlı idaresine, 1597'de doğuda Özbekleri yenen ve bir grup İngiliz subayının yardımı ile de ordusunu yeniden tanzim eden İran Şah'ı Abbas I (1587-1629) tarafından son verilmiştir. Şah Abbas , Osmanlılara karşı giriştiği bir serî seferden sonra eski kudretinden gittikçe uzaklaşan Osmanlı ordusunu Urmiye gölü yakınlarında yenerek Azerbaycan'ı tekrar Safevî İran'ın kontrolüne sokmuştur. Tebriz ve Revan Osmanlılar tarafından her ne kadar 1635 senesinde yeniden alınmış ise de, bir yıl sonra İranlılar bu yerleri tekrar işgal etmişlerdir.
Azerbaycan hâkimiyeti için Osmanlı Devleti ile İran Devleti arasında yıllar yılı devam eden bu mücadelede, Osmanlılar ile İranlılardan daha fazla Azerî Türkleri yıpranmışlardır. Bilhassa Şiî Azerîlerin Osmanlı, Sünnî Azerilerin de İran ordularına karşı mukavemet etmeleri onların büyük zayiat vermelerine sebep olmuştur.
Osmanlılar ile İranlılar, Azerbaycan için bu amansız mücadeleye devam ederlerken Ruslar sessizce Volga havalisine yerleşmişler ve sonra da 1556'da Astrahan'ı alarak Azerbaycan'a komşu olmuşlardır. Her ne kadar bu komşuluktan hoşlanmayan Osmanlı Devleti Rusya'yı 1569'da Astrahan'dan atmak istemiş ise de, kâfi derecede hazırlıklı hareket edilmediğinden bir netice elde edememiştir. İran ve Orta Asya üzerinden Hindistan ile doğrudan ticaret yapmak emelini taşıyan Rus Çarı Petro (1689-1725), Volga ve Hazar Denizinde bir donanma vücuda getirerek Hazar kıyılarına ve bilhassa Kafkaslara hâkim olmak istiyordu. Petro bu arzusunu 1711'de Prut'da Türkler karşısında uğradığı mağlubiyetten sonra gerçekleştirmek istemiş ve bu vesileyle 1715'de İran'ın durumunu tetkik için bir elçi göndermiş, o sıralar İran'ın durumunun iyi olmadığını öğrenince bu ülke üzerine yürümüş ve Kafkaslara girmiştir. Kafkas müslümanlarının uyarmasıyla tehlikeyi sezen Osmanlı Devleti hemen harekete geçerek Petro'ya verdiği bir nota ile Rusların daha fazla yer işgal etmelerine manî olmuştur. Ne var ki, İran'ın karışık durumundan istifade eden Petro 1724'de Osmanlı Devleti ile anlaşmaya muvaffak olarak Şirvan'ın kuzeyinde kalan Azerî topraklarını ele geçirmeye muvaffak olmuştur. Azerbaycan'ın geri kalan kısmı ise Osmanlı Devleti'ne bağlanmıştır. Fakat, Afşar Türkmenlerinden Nâdir Kulu'nun İran'da Şahlığa yükselmesi (1736-1747) Osmanlılara karşı başarılı seferleri ve istenmeyen müstevli durumuna düşen Rusların da geri çekilmeleri sonunda Azerbaycan bir defa daha İran hâkimiyetine girmiştir. Nâdir Şah'ın ölümünden sonra zaten birlikten mahrum bırakılrmş olan Azerî Türkleri Şirvan, Seki, Taliş, Karabağ, Küba, Gence, Revan ve Baku Hanlıklarını kurarak müstakil birer devletçikler durumuna gelmişlerdir. Fakat onların bu parçalanmış hali düşmanlarının işgal emellerini uyandırmıştır.
Komşuları tarafından gelen bu tehditler üzerine Azerbaycan Hanlıkları Osmanlı Devleti'ne müracaat ederek destek istemişlerdir. 1747'de Seki Hanı Çelebi Han, 1751'de Gence Hanı Şahverdi Han, 1760'da Şirvan Hanı Ahmed Han gönderdikleri mektuplarla Osmanlı hizmetinde olduklarını ifade etmişlerdir. Bu mektuplar Osmanlı Devlet adamlarını Azerbaycan ve Dağıstan'ı fiilen Osmanlı kontrolüne alma fikrine sevk etmiştir. Özellikle 1780'li yıllarda Kırım'ı Rus işgalinden kurtarmak için verilen mücadele esnasında bu fikrin oldukça yaygın hale geldiğini görmekteyiz. Ne var ki, Osmanlı Devleti içine düştüğü krizden kurtulamadığı için ne Kırım'ı kurtarabilmiş, ne de Azerbaycan'ı resmen kendine bağlayabilmiştir.
Bu arada Osmanlı Devleti'nin hareketsizliğini gören Gürcü kralı İrakli, Rusya'nın da desteğini alarak, Azerbaycan Hanlıklarına karşı düşmanca bir siyaset takibine bağlamıştır. Hatta daha da ileri giden Gürcü kralı, Gence ve Revan Hanlıklarına baskınlar düzenlemiştir. Bu düşmanca gelişmeyi öğrenen Osmanlı Hükümeti de, 1775'de Çıldır Valisi kanalıyla ilgili hanlıklara fermanlar ve hediyeler göndererek düşmanlarına karşı birlik olmaya davet etmiş ve onlara moral desteği sağlamıştır. Osmanlı Devleti'nin Azerbaycan Hanlıklarını himaye eder bir tavır içine girdiğini gören Hıristiyan Gürcü kralı İrakli, Rus Çarına müracaat ederek Moskova hâkimiyetine girdiğini bildirmiştir. Arkasını kuvvetli bir hamiye dayayan Gürcü kralı, Moskova'nın direktifi ile Azerbaycan Hanlıkları arasında kurulmaya çalışılan birlik ve ittifak çalışmalarını bozacak entrikalar peşine düşmeye başlamıştır. Bundan bir netice çıkaramayan Rusya, Azerbaycan Hanlıklarına elçiler ve hediyeler göndererek önce onları Rus idaresine girmeye teşvik etmiş, bunu başaramayınca da tehdit etmeye başlamıştır. Rusların bu baskı ve tehditleri üzerine Azerbaycan Hanları yeniden Osmanlı Hükümetine müracaat ederek yardım ve himaye istemişlerdir. Bunun üzerine harekete geçen Osmanlı idaresi, 1782 ve 1784 senelerinde Çıldır Valisi vasıtasıyla Azerbaycan Hanlarına hediye ve nişanlar göndererek morallerini düzeltmeye çalışmıştır. Osmanlı Devleti, Rusya'nın faaliyetlerinden tedirgin olduğu için, Kafkas hududundaki kaleleri takviye yoluna gitmiş ve bu arada karşı faaliyete geçerek Gürcü kralını kendi tarafına çekmeye çalışmıştır. Ne var ki, Osmanlı Devleti bu faaliyetlerinde başarılı olamadığı gibi, bazı Azerbaycan Hanlıklarının da Rusya tarafına meyletmesine engel olamamıştır. Fakat, Azerbaycan Hanlıklarının çoğu İstanbul'a bağlı kalmışlardır.
Yukarıda izah edildiği şekilde Osmanlı devleti Kırım'dan dolayı Rusya ile devam eden mücadelesinden bir netice alamadığı gibi, III. Selim zamanında orduda yapmak istediği ıslahatı da gerçekleştirememişti. Neticede, Azerbaycan Hanlıklarının istediği malî ve askerî yardımı da vermemişti. Bu ise, müslüman Azerbaycan Türk Hanlıklarını İstanbul'a bağlı tutmakla birlikte kendilerini istikbal için endişeye sevk etmişti. Bu da yetmiyormuş gibi, Hanlıklar arasındaki birlik ve beraberlik de bozulmaya başlamıştı. İşte bu sıralarda İran'ın yeniden Kafkas meselelerine girdiğini görüyoruz.
İran'da Kaçar hanedanını kurmuş olan Ağa Muhammed Han, Kafkaslardaki bu karışık durumdan istifade ile bölgeyi yeniden İran hâkimiyetine sokmak istemiştir. Önce bölgede cüretkâr hareketlerde bulunan Gürcü kralını itaate davet eden Ağa Muhammed Han, istediği cevabı alamayınca Tiflis'i işgal etmiştir. Bunun üzerine Ruslara sığınan kral İrakli, derhal Rusya'dan yardım istemiştir. Fakat, Rus Çarı, İran ile hesaplaşmayı ileri bir tarihe bırakmak mecburiyetinde kalmıştır. Buna rağmen Ruslara güvenen Ermeni ve Gürcüler, müslüman düşmanlığını daha da ileri götürerek bâzı müslüman köylerini basmaya başlamışlardır. Ağa Muhammed Han, Gürcü ve Ermeni militanları barışsever hareket etmeye davet etmiş ise de, sözünü dinletememiştir. İyice şımaran Gürcüler, yeniden Rusya'ya elçiler göndererek Çar hükümetinden yardım istemişlerdir. Napolyon tehlikesi dolayısıyla Ruslar, bu Gürcü isteklerine derhal cevap verememişlerdir. Esasında Ruslar, Kırım'ı Osmanlılardan aldıktan sonra mutlaka Kafkasları da kontrolleri altına almak istiyorlardı. Nitekim, bâzı küçük birlikleri Gürcistan'a göndererek ülkeyi Rusya'ya ilhak ettiklerini ilân etmişlerdir. Rusya'nın kalabalık olmayan bu birliklerle Gürcistan'ı işgal edip Kafkaslara yerleşmeleri Osmanlı Devleti ile İran'ı oldukça tedirgin etmeye başlamıştır. General Tsitsianof komutasında yeni takviye kuvvetlerini bölgeye gönderen Rus hükümeti, Napolyon tehlikesine rağmen Kafkaslar'da cüretkâr bir istilâ hareketine başlamıştır
b ) Bolşeviklerin İktidarı Ele Geçirmeleri ve Azerbaycan'ın İstiklalini Kaybetmesi
Azerbaycan'ın istiklâlini kazandığı günlerde, Bolşevik lideri Lenin, ihtilâlle ilgili neşrettiği bütün beyannameleri unutarak, Bakû'ye sahip olmasını istediği o günlerin azılı komünisti Shaumian'a gönderdiği direktifte "Bakü'nün Rusya'dan ayrılmaz bir parça teşkil ettiğini ve buranın her ne pahasına olursa olsun Rusya'nın elinde ve kontrolünde muhafaza edilmesi gerektiğini" söylüyordu'. Bu direktifi veren aynı Lenin, Brest-Litovsk Andlaşmasına ve 3 Aralık 1917'de Bolşevik Beyannamesine "Her milletin kendi kaderini ve idaresini tâyin etme hakkıdır" düsturunu rahatça yazdırabilmişti.
Bu da göstermektedir ki, Bolşevik liderleri daha işin başından beri komünist eşitliği hakkında doğruyu söylemiyorlardı. Sovyet sistemi, Rus sömürüsünün örtüldüğü yeni bir yaşam tarzı olarak Rus olmayan milletlere sunuluyordu. Büyük Sovyet Ansiklopedisi (Bolşaya Sovetskaya Ansiklopediya)nin yaptığı açıklamaya göre, "Kafkas berisindeki Sovyet gücünü temsil eden ve tutan "Bakü Komünü" idi. Temmuz 1918'de Lenin'in emri ile Baku Komününe 7 zırhlı araç, 13 uçak, 80 top, 160 makinalı tüfek 10,000 tüfek levazımatı ve yiyecek ile desteklendi. Azerbaycan Bolşevikleri illegal yollarla benzini Astrahan'a götürebilmek için büyük gayret sarfetmiştir" .
Sovyetlerin, Azerbaycan'ı ele geçirebilmek için şu iki yolu takip ettiklerine tanık olmaktayız; a- Bolşevik fikirlerini benimseyen kişileri bulmak ve onları her türlü vaatle kandırıp kullanmak, b- Azerbaycan'ın içinde bulunduğu kötü şartlan abartarak anlatmak ve propaganda yapmak. Bu suretle ümitsizliğe düşen halka komünizmi bir kurtuluş yolu olarak göstermek.
Bolşevik propagandacıları her iki yol için de Azerbaycan'da sayıları az da olsa, müttefikler bulmuştur. Kapatılan Himmet Partisi'nin Marksist kanadına mensup üyeler ile, savaş dolayısıyla ekonomik sıkıntıya giren dar gelirli insanlar bu Sovyet propagandasına meyletmeye başlamışlardır. Bu Sovyet propagandasının tesirli olmasının diğer bir sebebi de, Azerbaycan'a dış dünyadan hiç bir yardımın gelmemiş olmasının yarattığı moral bozukluğu ve ümitsizliktir.
Ülkenin içine düştüğü buhran, hükümetin vaat ettiği toprak reformu ve ekonomik düzeltme plânlarının gerçekleşmemesi, Müsavat Partisi'ni ve lideri Mehmet Emin Resulzâde'yi müşkül durumda bırakmıştı. Sonunda, Sovyet taraftarlarının da içinde bulunduğu hükümet değişikliği gerçekleşmiş ve Bolşevikler hızla duruma hâkim olmaya başlamışlardır.
Azerbaycan'da gerekli zeminin oluştuğu haberini alan Çiçerin, Azerbaycan Millî Hükümetine bir nota vererek derhal Sovyetlerle görüşme masasına oturmasını istemiştir. Fethali Han Hoyski'nin, Azerbaycan'ın istiklâlinin tanınması şartını ileri sürmesini kabul etmeyen Sovyetler, kurdukları baskıyı arttırarak Azerbaycan'da tam bir panik havası yaratmaya muvaffak olmuşlardır. Bu ortam içinde Ermenilerin Karabağ'a hücum etmelerini sağlayan Sovyetler, Azerbaycan ordusunun Karabağ'ın imdadına koşması üzerine başkent Baküde müdafaasız bir durumda kalmıştır. Bu safhada komünistlerin hükümetten desteklerini çektiklerini ilân etmesi ile kriz son safhaya gelmiştir.
E.A. Kvantaliani başkanlığındaki Azerbaycan Komünist Partisi bir heyet göndererek Kızıl-Ordu komutanları ile görüştü. Bu görüşmenin ardından komünistler bir darbe için hazırlığa başladılar. Moskova'dan gelen talimat üzerine Azerbaycan komünistleri 27 Nisan 1920'de bir bildiri yayınlayarak "Hain, cani ve karşı devrimci Müsavat iktidarının yıkıldığını" ilân etmiştir.
Bu arada Sovyetlerin tavsiyesi ile bir İhtilâl Komitesi kuruldu. "Azerbaycan Geçici Askeri Devrimci Komitesi'nde Nerimanov, Hüseyinev, Musabekov, Bunyadzâde, Alimov ve Garayev vazife almıştır. Bu komite bir ültimatom vererek Azerbaycan Hükûmeti'nin kendilerine devredilmesini, aksi takdirde parlâmentoyu basacaklarını bildirmiştir. 27 Nisan 1920 günü saat akşam 11'de Azerbaycan Milli Hükümeti çaresizlikten istifa etmek mecburiyetinde kaldı. Böylece, Azerbaycan Türklerinin 2 yıl süren İstiklâl dönemi dramatik bir şekilde sona erdi. Başta Mehmet Emin Resulzade olmak üzere pek çok milliyetçi aydın ülkesini terk ederek Türkiye'ye sığınmak durumunda kalmıştır.
Ruslar Azerbaycan'ı işgal ettikten sonra hemen bir komünist hükümeti kurarak "Sovyet Sosyalist Azerbaycan Cumhuriyeti"ni ilân etmişlerdir (28 Nisan 1920). Fakat iki yıl sonra , 12 Mart 1922'de Azerbaycan Cumhuriyeti'ni Ermenistan ile Gürcistan'ın da dahil olduğu "Federal Kafkas Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti"nin bir üyesi haline getirmişlerdir.
Sovyetler vakit kaybetmeden Azerî Türklerinin Türk dünyası ile olan bağlarını koparacak tedbirler almaya başlamışlardır. Alfabe değişikliği bu tedbirler silsilesinin ilkini teşkil etmiştir. Türklerin yüzyıllar boyu kullandığı Arap alfabesi değiştirilerek Latin alfabesi kullanılmağa başlanmıştır (l Mayıs 1925). Bu değişikliğin tek gayesi Azerileri, Türk-İslâm kültüründen ve Türkiye ile olan bağlarından koparmak idi. Fakat, Atatürk önderliğindeki Türkiye'nin 1928'de harf inkılabı yaparak Lâtin alfabesini kullanmaya başlamasıyla birlikte Türk kültürünün Azerbaycan'da ve diğer Türk ülkelerinde tekrar hissedilmesi Sovyetleri son derece tedirgin etmiştir. Türklerin bu kültürel bütünleşmesini mutlaka önlemek gayesiyle Ruslar, önce Azerbaycan'ın siyasî hüviyetini yeniden değiştirmek yoluna gitmişlerdir. İlk etapta Azerilerin dış ülkelerde elçilik bulundurma haklarını iptal eden Ruslar, ikinci etapta da Sovyet kontrolünü eksiksiz mümkün kılacak tarzda Azerbaycan'ın siyâsî bünyesinde bâzı değişiklikler yaparak ülkeyi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinin bir üyesi hâline getirmişlerdir. Böylece, Azerbaycan'da tam bir kontrol sistemi hâline getirmişlerdir. Sovyetler 1938'de, Latin harfleriyle basılmış milyonlarca kitabı ve evrakı imha ederek Azerî Türklerini Rus alfabesini kullanmaya mecbur tutmuşlardır. Sovyetlerin, Azerî Türklerinin dili üzerinde yaptıkları bu tahripkâr değişikliği, Azerilerin dini, kültürleri ve tarihleri üzerinde yaptıkları tahripler takip etmiştir. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, şimdi de Azerî Türklerine, kendilerinin Türk aslından olmadıklarını, Kafkasların yerlilerinin torunları oldukları gibi bir takım dayanaksız arkeolojik ve antropolojik delillerle telkin edip onların Türklüklerini unutturmaya çalışmaktadırlar.
Bunu hem Azerbaycan'da yapmaktalar, hem de Avrupa'da neşredilen el kitaplannda ve ansiklopedilerde yaparak, meseleyi bilmeyen Avrupa milletlerine Azeri Türkleri hakkında yanlış bilgi vermeye çalışmak tadırlar. Sovyetlerin bütün bu kültürel ve manevî baskılarına, yaptıkları nüfus mübadeleleriyle takip ettikleri eritme siyasetine rağmen, Azerî Türkleri Azerbaycan'da hem kahir ekseriyeti teşkil ve hem de Türklüklerini muhafaza etmektedirler. Buna rağmen Azeriler, öz vatanlarının her hususta zengin olan nimetlerinden gereği gibi faydalanamamakta ve ikinci sınıf bir vatandaş muamelesi görmektedirler.
İran İdaresindeki Azerî Türkleri
İran idaresinde yaşamak durumunda kalan Güney Azerbaycan Türklerinin kültürel uyanışı Rus idaresindeki Kuzey Azerbaycan Türklerinin ki kadar parlak olmamakla beraber, gayet müspet bîr şekilde gelişmiştir. Güney Azerbaycan Türklerinin bu uyanışı kısa zamanda onların politik sahada hareketliliğini sağlamış ve bu durum kısa zamanda aksiyon halinde ortaya çıkmıştır. Settar Han önderliğinde Tebriz merkez olmak üzere Azerî Türkleri, 1906 yılında istiklâl mücâdelesini başlatmış ise de, İran'ı iki nüfuz bölgesine ayıran 1907 Rus-İngiliz Andlaşması'nın imzalanmasından sonra, bilhassa Ruslar harekâtın Kuzey Azerbaycan'a da sıçramasından korktukları için, İngiliz ve İran hükümetleri ile işbirliği yaparak bu hareketin bastırılması için ne mümkünse yapmışlardır. Bundan sonra İran'da Kaçar Hanedanı'nı devirerek başa geçen Pehlevî Hanedânı'nın polis teşkilatının, Azeri Türkleri üzerinde büyük baskı kurduğunu görüyoruz. İran'ın bu despotça baskısına dayanamayan Azeriler 1920 ve 1922'de istiklâlleri için tekrar başkaldırmalar ise de, hareketleri kanlı bir şekilde bastırılmıştır .
Zamanımızın Sovyet Tarihçileri, Azerî Türkleri'nin giriştikleri bu istiklâl mücadelelerini garip bir şekilde kendi felsefelerine göre izaha çalışmakta « Azerilerin bereketini bir komünist hareketi olarak göstermektedirler ki, bunun hakikat ile hiç bir ilgisi yoktur. Bu, doğrudan doğruya Azerî Türklerinin Rus ve İran emperyalizmine karşı hürriyet ve istiklâl mücâdelesine girişmelerinden ibaret ibarettir.
Azeri Türkleri üzerindeki İran baskısı 1930’lara kadar devam etmiştir. 1930'larda Azeri Türkleri arasındayeni bir gelişmeye şahit oluyoruz. İran'daki Rus-İngiliz rekabeti devam etmiş ve bilhassa İran petrollerinden pay koparma mücâdelesi 1940'larda çok kritik bir safhaya gelmiştir. II Dünya Harbi'nin sona ermesi ile birlikte komünizm perdesi altında yeniden ortaya çıkan Rus emparyalizmi İran'da İngilizler ile birlikte Azeri Türklerini sömürü yarışında, politik ve kültürel sahada eşitlik için mücâdele etmekte olan Azerî Türklerini bir maşa olarak kullanmak istemiştir. Bu maksatla Ruslar, Azerî Türklerinin giriştikleri mücadeleye politik yönden destek olmuşlardır. Azeri Türkleri bu mücadelede İran hükümetinden şu iki hususu taleb etmişlerdir:
1- Azerbaycan'da Türkçe tedrisat yapan okulların açılması,
2- Azerbaycan'a otonomi tanınması. İran hükümeti bu istekleri reddedince Azeri Türkleri haklarını silâhla almayı denemişlerdir. Azerbaycan'daki İran askerî ve sivil makamlarını kısa zamanda tasfiye eden Azerî Türkleri hemen hemen Azerbaycan'ın tamamını kontrolleri altına almışlardır. Bu arada İran hükümeti Azerbaycan'a askeri birlikler sevk etmiş ise de, buna Ruslar mâni olmuşlardır. Bunun üzerine Azerî Türkleri İran'a bağlı Otonom Azerbaycan Cumhuriyeti'ni ilân etmişlerdir. Kısa zamanda seçime giderek kendi parlamentolarını ve hükümetlerini teşkil edip okullarda Türkçe tedrisat yapılmasını kararlaştırmışlardır.
Bu şekilde kültürel ve ekonomik alanda tam otonom haklara sahip Azerbaycan Cumhuriyeti kurulmuş oluyordu.
Azerbaycan'ın asayişini temin için de, yeterli miktarda bir emniyet kuvveti teşkil edildi. Fakat ne yazık ki, Azeriler aralarına Sovyet ajanlarının sızmalarına mani olamadıkları için, büyük gayretlerle kurdukları Otonom Azerbaycan Cumhuriyeti bir nevi Sovyet nüfuz bölgesi haline gelmiştir". İran'daki Rus-İngiliz müttefik kuvvetlerinin çekilmesine dair Birleşmiş Milletler'de karar alınca, İran petrollerinden istediği hisseyi koparan antlaşmayı İran hükümetiyle yapan Ruslar çekildiler. Bu arada Otonom Azerbaycan Hükümeti de Azerilerin haklarını garantileyen bir antlaşmayı İran hükümetiyle akdetmeyi başardılar. 14 Haziran 1946). Fakat, Azerî Türklerinin talihsizliği bununla da bitmemiş, 1950'lerde Musaddık başkanlığındaki İran hükümeti İran'daki petrolleri millileştirince , bu sefer, Amerikan ve İngiliz hükümetleri İran petrollerinden hisselerini kaybettikleri için ajanları vasıtasıyla Azerî Türkleri arasında İran'dan ayrılmalarını sağlamak maksadıyla büyük bir propagandaya girişmişlerdir. Bu Amerikan ve İngiliz propagandası neticesi binlerce Azerî Türk'ü İran hükümeti tarafından hapsedilmiş veya sürgüne gönderilmiş ve malları da İranlılara verilmişti. Bugün, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne imzasını atan İran hükümetleri görülmemiş bir şovenist politika takip ederek Azerî Türkleri'nin okullarda Farsça ile birlikte Türkçe öğrenmelerini "Türk" ve 'Türkçe" isimlerinin kullanılmasını dahi yasak etmiştir. Üstelik, bugün İran'da Azerilerin Türk olmadıkları ve "İraniyan" soyundan gelen bîr halk oldukları mektep kitaplarında okutularak 20 milyona yakın Azeri Türk'ünü İranlılaştırma politikası takip edilmektedir.
İran'da Azerî Türklerine reva görülen bu davranış aynı şekilde bir zamanlar İran'ı idare eden hanedanları sinelerinden çıkarmış ve bugün sayıları üç milyon civarında olan Türkmen boylarından Afşarlar, Kaçarlar, Göklenler, Yamudlar ve Kaşgaylar ile daha pek çok Türk boylan üzerinde de görülmektedir. Sayılarının azlığı ve bu arada değişik bölgelerde yasamaları dolayısıyla bu Türkmen boylarının milli hakları için İran hükümetleri ile mücadeleleri gayet sınırlı olagelmektedir. Fakat İran hükümetlerinin her türlü baskılarına ve içinde bulundukları kötü şartlara rağmen bu Türkmen boyları Türklüklerini unutmadan yaşayışlarına devam etmektedirler.
İSTİKLALE GİDEN YOL
1985 yılında Mihail Gorbaçov’un Sovyetler Birliği’nin başına geçmesi ile birlikte başlattığı açıklık ve yeniden yapılanma siyaseti bütün Sovyet Cumhuriyetlerini olduğu kadar Azarbeycan’ı da derinden etkilemiştir. Bu açıklık politikasından istifade eden Azerbaycan aydınları açıktan Moskova'nın Azerbaycan siyasetini tenkide başlamışlardır. Aydınların bir kısmı Sovyetlerin uyguladığı kültürel asimilasyonu dile getirirken diğer kısmı da uğranılan ekonomik haksızlıkları vurguluyordu. Sovyet döneminin kültür ve eğitim siyasetinde de izah edildiği gibi Azerbaycan Türklerinin dili, dini, kültürü ve tarihi Sovyetler tarafından büyük tahribata uğratılmıştır. 1970'li ve 1980'li yıllarda Azerilerin dil, kültür ve millî tarihleri üzerinde eskiden uygulanan Sovyet baskısının yavaş yavaş kalktığını görmekteyiz. Ne var ki dil ve kültür sahasında ortaya çıkan bu ferahlamaya rağmen din konusunda hiçbir değişiklik olmamıştır. 1988 sonlarına kadar, diğer Türk Cumhuriyetlerinde olduğu gibi Azerbaycan'da da ateist eğitim devam ediyordu.
Açıklık ve yeniden yapılanma döneminde muhakkak ki Cumhuriyetlerden Moskova'daki merkezî hükümete yönelen en büyük tenkit ve şikayet ekonomik konularda olmuştu. Azerbaycan halkını Sovyet sisteminden şikayet etmeye yönelten hususları şöyle sıralamak mümkündür:
1)19. asrın ikinci yansından itibaren Çarlık Hükümeti ile bu asrın ilk çeyreği sonunda devreye giren Sovyet rejimi Azerbaycan petrollerinin hemen tamamına yakınını kullanmış ve Azerbaycan halkına çok az pay bırakmıştır. Bilhassa Sovyet döneminde komünist ideolojinin eşitlik prensiplerine aykırı bir şekilde hareket edilerek Azerbaycan halkına sadece kullanacağı kadar petrol ve doğal-gaz bırakılmış ve bu iki kıymetli yakıt maddesinin % 93'ünü Moskova yönetimi î alarak bir kısmını kendisi kullanmış, geri kalanım da dış ülkelere satmıştır. El- -; de edilen kazançtan Azerbaycan halkına hiçbir pay verilmemiştir. Bu durum Azerî edip ve şairlerinin mısralarında "Payımı isterim yoldaş" şeklinde dile getirilmiştir.
2) Azerbaycan halkının petrol ve doğalgazdan sonra şikayet ettiği ikinci husus Azerbaycan topraklarında üretilen pamuğun, ipeğin, meyvelerin ve sebzelerin çoğunun yine Moskova yönetimince alınmasıydı. Durum Azerbaycan'da yetiştirilen diğer yiyecek maddelerinde de aynıydı.
3) Azerbaycan Türkleri'nin üçüncü şikayet konusu çalışma sahası ile ilgiliydi. Azerbaycan'da muhtelif dallarda kurulan fabrikaların çalışan Azeri Türkleri olduğu halde bu fabrikalarda üretilen malların kazancından en az onlar istifade ediyordu. Üretilen bu fabrika mamulleri ile üretilen elektrik enerjisinin çoğunun Azerbaycan'ın dışına gitmesi halkın en çok şikayet ettiği konulardan biriydi.
Gorbaçov'un açıklık ve yeniden yapılanma politikası 1988-1989 yıllarına geldiğinde diğer Cumhuriyetlerde olduğu gibi Azerbaycan'da da her sahada yıllar boyu uğranılan haksızlıklar en çarpıcı bir şekilde dile getirilmeye başlanmıştı. Şu var ki Azerbaycan Türklerinin bu haksızlıklara karşı açık tavrı ve arkasından daha müstakil bir hayat istekleri Moskova'yı oldukça tedirgin etmeye başlamış Moskova'daki Sovyet yöneticilerinin çok geçmeden Azerbaycan'ın başına, "ekonomik ve kültürel haksızlıklardan dolayı şikayet edemeyeceği bir problemi tezgahlamaya başladıklarını görüyoruz. Bütün Sovyet döneminde yan yana sulh içinde yaşamış olan Azerbaycan Türkleri ile Ermeniler arasında sürtüşmeler başlamıştır. Fransa ve Amerika'daki militan Ermeni gruplarının da devreye girmesi ile Ermenistan Cumhuriyeti'nde yaşayan 300.000'e yakın Azeri Türküne ve Azerbaycan'ın bölünmez bir parçası olan Karabağ'da Azeri yönetimine karşı iki cepheden harekat başladığını görüyoruz. Azerbaycan Türklerinin evleri yakılarak ve kendileri dövülüp öldürülerek Ermenistan'dan kitleler halinde sürülmeye başlandı. Bu haksızlığa uğramış insanların feryadı o günler Azerbaycan'da yönetimi elinde bulunduran Muttalibov ve arkadaşlarını son derece müşkül durumda bıraktı.
Halk Cephesi'nin çalışmaları:
Fakat Azerbaycan Türklerinin yakın tarihe şerefle geçecek olan Halk Cephesi hareketi hem Sovyet yönetimini hemde Azerbaycan'daki Moskova taraftan yönetimi müşgül durumda bıraktı. Tarihçi Ebulfeyz Elçibey'in önderliğinde başlatılan Halk Cephesi hareketi hem Azerbaycan aydınlarının hem de halkın yegâne kuruluş ümidi haline geldi. Birbirinden kıymetli aydınlan titizlikle organize eden Elçibey Azerbaycan halkının uğradığı haksızlıktan sert bir dille ortaya koymuş ve Moskova'nın Azerbaycan'ı serbest bırakmasını istemiştir. Diğer Cumhuriyetlerin aksine Azerbaycan Türklerinin içinde böyle bir organize gücün çıkması Moskova'yı son derece telaşlandırmıştır. Azerbaycan'daki petrol ve doğalgaz gelirlerinden mahrum olarak istemeyen Moskova yönetimi Ermenileri el altından kışkırtmaya başlamıştır. Ermenistan'da yaşayan Azeri Türklerinin 250.000'e yakını Ermenistan'dan zorla atıldıktan sonra Bakü'ye gelip haklarının iadesi için nümayiş ve toplantılar yapmaya başlamıştı. Moskova yönetimi haksızlığa uğramış bu insanların feryadını örtbas etmek ve hem de büyük bir tehlike olarak gördüğü Halk Cephesi hareketini çökertmek için hazırlık yapmaya başladı. Dış dünyaya verilen bilgilerle Ermenistan'da Azerilerin olaylar çıkarttığını, bununla da yetinmeyen Azerilerin Bakü'de toplanarak Ermeniler başta olmak üzere bütün Hıristiyan unsurlara karşı katliama girişeceklerini bu kışkırtmaları da Halk Cephesinin tezgahladığını dünyaya duyurmaya başladı. Ne hazindir ki şu insan haklan çağında hak ve hürriyetlerin şampiyonluğunu yapan Batı dünyasının basın ve yayın organları Sovyetlerin sızdırdığı bu gerçek dışı haberleri kamuoyuna yayarak herkesi yanıltmışlardır. Dünya kamuoyunda böyle bir hava yaratılmıştır ki bütün bu hadiselerin müsebbibi Azerbaycan halkıdır. Sonunda açıklık ve yeniden yapılanmanın önderi olarak tarihe geçecek olan Gorbaçov dahi aldatılmış ve kendisine verilen yanlış bilgilerle Kızıl Ordu birlikleri Bakü'yü işgal etmiştir. Ne var ki Kızıl Ordu'nun işgali alâlede bir işgal olmaktan çıkmış ve bir katliam harekatına dönüşmüştür. Silahsız insanların üzerine sıkılan kurşunlarla binlerce kişi yaralanmış ve iki yüze yakın insan da öldürülmüştür. 19 ve 20 Ocak 1990 tarihinde gerçekleştirilen bu katliam muhakkak ki hem Sovyet rejiminin hem de açıklık rejiminin şampiyonu olarak tanıtılan Gorbaçov için kara bir leke olarak tarihe geçmiştir. Haftalar sonra medeni dünya gerçeği öğrenmiş, özür dilercesine hadiselerin iç yüzünü anlatan filmler batı TV'lerin-de gösterilmiştir.
Bu hadiseden aşağı yukarı sekiz-on ay sonra Gorbaçov'a Nobel Barış Ödülünün verilmesi son derece manidardır.
Ocak katliamından sonra Kızıl Ordu Bakü'de aylar süren sıkıyönetim uyguladı, bu dönemde Halk Cephesinin yiğit lideri Elçibey halkın emniyetini düşünerek mücadelesini yavaşlatmak mecburiyetinde kaldı. Sovyet ordusunun sıkıyönetimi kaldırması ile birlikte Azerbaycan halkının haklarını yeniden açıktan savunmaya başladı.
Azerbaycan'ın istiklâli için Elçibey ve Halk Cephesi mücadelesini sürdürürken Sovyetler Birliği'nde hadiseler hızla gelişmeye başladı. Litvanya ve Estonya'nın ardından diğer Sovyet Cumhuriyetleri egemenliklerini bir bir ilan etmeye başladılar. Artık Sovyet İmparatorluğunu dağılma sürecine resmen girmişti.
Ne var ki, bu tarihi gelişmeyi, yani Sovyetlerin dağılmasını hazmedemeyen iki kuruluş vardı. Bunlardan biri yüz binlerce elemanı olan Sovyet gizli servisi KGB, diğeri ise, dünyanın en kalabalık askeri gücünü teşkil eden Kızıl Ordu idi. Sovyetlerin şaşalı devrinde maddi ve manevi her türlü imkanın sahibi olan bu iki teşkilatın mensupları her şeyin ellerinden gitmekte olduğunu görerek bir darbe hazırladığına başlamışlardır. Sovyet İmparatorluğu'nu eski sınırları içinde zorla da olsa tutmak isteyen bu iki teşkilatın ileri gelenleri 20-21 Ağustos 1991'de Moskova'da bir darbe girişiminde bulunmuşlardır. Fakat, başta Yeltsin ve Nazarbayev olmak üzere ileri gelen Cumhuriyetlerin liderleri ve Moskova halkı darbecilere karşı kesin tavır alınca darbecileri destekleyeceğini açıklayan yegâne lider Azerbaycan Cumhuriyeti'nin başında bulunan Ayaz Muttalibov olmuştur. Darbecilerin dağılmasından sonra sözlerini yalanlamaya çalışan Muttalibov bir hafta sonra topladığı ve çoğunluğu komünist üyelerden oluşan Azeri meclisine istiklali ilanı kararını aldırtarak herkesi yeniden şaşırtmıştır, bir buçuk ay sonra halk oylamasına giderek halkın tasvibi ile 18 Ekim 91'de Azerbaycan'ın istiklalinin kesinleşmesini sağlamıştır.
Azerbaycan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke Türkiye olmuştur. Bununla yetinmeyen Türkiye kardeş Azerbaycan Cumhuriyeti'nin BM ve AGİK üyeliği kabulünü sağlamıştır. Azerbaycan'da ilk sefareti açan da Türkiye olmuştur. Kardeş Azerbaycan Cumhuriyeti de ilk büyükelçiliğini Türkiye'de açmıştır.
Ne var ki düşmanların yarattığı problemler yüzünden Azerbaycan bir türlü huzura kavuşamamıştır. Muttalibov'un Moskova yanlısı siyaseti, Sovyetlerin Azerbaycan'ın istiklal hareketlerine karşı menfi tavrını değiştirmemiştir. Bu arada bir taraftan Sovyetlerin el altından desteklediği, diğer taraftan Fransa ve Amerika'daki Ermeni gruplarının maddi yardım gönderdiği, Azerbaycan'ı kendi nüfuzuna alamamanın verdiği kızgınlıkla İran'ın el altından yardım yaptığı Ermeniler işi iyice azıtmışlar ve Ermenistan'da yaşayan bütün Azeri Türklerini kovduktan sonra Karabağ'da da yeni bir kavgayı başlatmışlardır. Adı üzerinde bir Türk bölgesi olan Karabağ'ın eski sakinleri arasında bazı Ermeni aileler de bulunmaktaydı. Fakat Sovyet Cumhuriyetlerinin yeniden organize edildiği 1920 li yıllarda Stalin'in direktifi ile bir grup Ermeni daha Karabağ'a yerleşmişti. Fakat buna rağmen Karabağ'da yaşayanların çoğu Azeri Türkleriydi. Bu gerçeğe dayanarak Moskova nezdindeki Türk Sefaretine direktifler veren Atatürk, Karabağ'ın Azerbaycan sınırları içinde kalmasını sağlamıştı. Fakat II. Dünya Harbi'nin ortaya çıkardığı karışıklıklar esnasında yersiz yurtsuz kalmış bir grup Ermeni'nin yeni Stalin'in direktifi ile Karabağ'a yerleştirilmesi ile nüfus dengesi bozulmuştur. Sovyet kaynaklarının verdiği bilgiye göre nüfusun % 60'ı da Azeri Türkünden meydana geliyordu. Bu çoğunluk ilkesine göre Karabağ'a Azerbaycan'ın bölünmez bir parçası olarak ve fakat Ermenilere çoğunlukta olmalarından dolayı bir muhtariyet hakkı tanınmış ve bu statü içinde Karabağ uzun yıllar Azerbaycan'ın bir vilayeti olarak Azerbaycan idaresinde varlığını devam ettirmiştir. Ne var ki yayılma emelinde olan Ermeniler daima fırsat kollamış ve mümkün olduğu kadar Karabağ'daki Ermenilerin sayılarını arttırmanın yollarını aramışlardır. "Dağdan gelen bağdakini kovar" emsali, Karabağ'ın sahibi olan Azeri Türkleri göçe zorlanmış, Azerilerin acıyarak yer yurt verdiği sonradan gelme Ermeniler ise Karabağ'a sahiplenmeye kalkmışlardır.
Esasında Ermeniler Ermenistan'daki Azeri Türklerini kovma harekatını başlattıkları devirlerde Karabağ'da da harekete geçmişlerdi. Özerk Karabağ Parlamentosunda çoğunluğu ellerinde bulunduran Ermeniler bir karar alarak Karabağ'ı Ermenistan'a bağlamaya kalkmışlardı. 22 Şubat 1988'de giriştiği bu teşebbüs Azerbaycan hükümeti tarafından şiddetle reddedilmişti. Moskova yönetiminin de ikazı ile Ermeniler, bu arzularını gerçekleştirememişlerdi, fakat Azerbaycan'da başlayan halk harekâtının gittikçe kuvvetlenmesi ve Azerbeycan'ın istiklaline talip olması Moskova'yı son derece tedirgin etmiştir. Bundan dolayı Ermeni Azeri mücadelesinde, Moskova Ermenilerin haksız olduğunu bilmesine rağmen onların tarafını tutarak Azerbaycan'ın Ermeni meselesi ile uğraşmasını ve istiklal mücadelesine fazla vakit ayıramamasını istemiştir. Bu desteği sağlayan Ermeniler Karabağ'da Sovyet birliklerinin yardımı, Avrupa ve Amerika'daki militan Ermeni gruplarının desteği ile Karabağ'da harbi resmen başlatmıştır. Azerbaycan Türkleri bu Ermeni saldırıları karşısında hazırlıksız oldukları ve ayrıca silahlı kuvvetleri de bulunmadığı için büyük kayıplar vererek geri çekilmişlerdir. Ermeniler kolay kazandıkları bu başarıdan sor cüretkârane hareketlere girişmiş, Hocaeli başta olmak üzere pek çok Azeri yerleşim biriminde insanları katletmekten çekinmemişlerdir. Karabağ’ı Azerbaycan Türkünü son derece yaralamıştır. İşin vehametini gören Azeri can halkı bir millî ordu oluşturarak cepheye sürmüş ise de askerlerin ; eğitimden mahrum olmaları dolayısıyla istedikleri neticeyi elde edendir. Sovyet Ordusunun profesyonel askerlerinin ve Ermeni militanlarının gerilla harbi yapabilen gruplarının savaş gücü karşısında Azerbaycan Milli Ordusu beklenen başarıyı sağlayamamıştır. Azerbaycan'daki iç gelişmelere gelince: Moskova taraftarı Muttalibov ve arkadaşları ile Halk Cephesi lideri Elçibey arasındaki zıtlaşma giderek tırmanıyordu. Bilhassa 1991'de yapılan Azerbaycan parlementosu seçimlerinde Halk Cephesi adaylarının çoğu seçimleri kazandığı halde Azerbaycan Komünist Partisinin liderleri kontrol elleri bulunduğu için hile ile parlementoda çoğunluğu muhafaza etmesi taraflar arasındaki mücadeleyi son haddine ulaştırmıştı. Sonunda Azerbaycan bir sonra yeniden seçimlere gitmek mecburiyetinde kaldı. Bu arada yaptığı usulsüzlükler ve suistimallerden dolayı Muttalibov Cumhurbaşkanlığından istifa etmiş onun yerine Yakub Mehmedov vekaleten Cumhurbaşkanlığı vazifesini yürütmeye başlamıştı. Azerbaycan Komünist Partisi kendisini feshederek Azerbaycan Demokratik Partisi adını alarak seçimlere katıldı. Moskova yanlıları ve İran’ın Halk Cephesi aleyhine yürüttükleri kampanyaya rağmen 7 Haziran 1992 düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini oylamaya katılan seçmenlerin %59.4 ünün oylarını alan Halk Cephesi lideri Ebulfeyz Elçibey kazanmıştır.Namüsait şartlara rağmen Azerbaycan Türklerinin demokratikleşme alanında gösterdiği bu başarı bütün medeni dünyanın takdirini kazanmıştır. Müstakil Azarbeycan Cumhuriyeti'nin halkın iradesi ile başa getirdiği Ebulfeyz Elçibey ülkesinin daha da demokratikleşmesi ve serbest piyasa ekonomisine geçmesi ve Karabağ'da başlatılan haksız savaşı durdurma mücadelesi vermiştir. Bu vesile ile "Bir defa yükselen bayrak bir daha inmez" sözleriyle 1918-20 arasında Azerbaycan'ın ilk istiklal devrinde büyük hizmetşer vermiş olan rahmetli Mehmed Emin Resulzâde'nin arzularının gerçekleştiğini görüyor ve müstakil Azerbaycan Cumhuriyetinin bayrağının ebediyete kadar hür ve müstakil kalacağını ümit ediyoruz.

0 yorum

Yorum Gönder