| 1 yorum ]

BEBEK KATİLİ APO'NUN İKİ BOYNUZU ALINDI
Alınan bir bilgiye göre son zamanlarda tam boynuz şeklini alan Apo'nun kafasındaki şişlikler ameliyatla alındı. Apo, boynuzunun ameliyat haberinin saklanmasını istedi.
1999 yılından bu yana İmralı'da tutulan bebek katillerinin başı Apo'nun, başında boynuz şeklinde oluşan iki ayrı şişlik nedeniyle tedavi talebinde bulunduğu ve tahlillerin ardından Bursa'dan gizli olarak adaya gönderilen 6 uzman hekim tarafından ameliyat edildi.
Alınan bilgiye göre, bebek katillerinin başı Apo, başında oluşan ve her geçen gün daha da büyüyen boynuzlarının boyunun artması üzerine bir ay önce askeri yetkililere dilekçeyle başvurdu. Aslında Apo, boynuzlardan huzursuz olmuyordu fakat aşırı uzama rahatsızlık verdi. Bu talep üzerine Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Adalet Bakanlığı ve İl Sağlık Müdürlüğü nezdinde kamuoyundan gizli tutularak yazışmalar gerçekleştirildi.
Önce İmralı’ya bir hekim gönderilerek ön kontroller gerçekleştirildi. Çekirge Devlet Hastanesi’nden görevlendirilerek İmralı’ya gönderilen beyin cerrahi uzmanının Apo'yu muayene ettikten sonra hükümlünün kafa derisindeki sıvıdan biyopsi için metaryal aldı. Tahlillerin ardından da hükümlü için ameliyat gerektiği yolunda rapor hazırlandı.
Aponun boynuzları iki saatte alındı. Ancak bu ameliyatın bir çare olmadığı, boynuzların iki üç ay içerisinde yeniden filizleneceği bildirildi.
İmralı adasındaki cezaevi binasında hükümlüyü muayene eden ameliyat ekibi, uygulanacak tedavi hakkında bilgi verdi. Ameliyatın mevcut tıbbi teçhizat ile adada yapılabileceği kararına varılması üzerine de operasyona başlandı. Apo'nun kalp kapakçığındaki rahatsızlığın ameliyatta problem yaşatmaması için, hükümlüye narkoz verilmedi. Sadece müdahalenin yapılacağı bölgeye lokal anestezi uygulandı.


Devamını okuyun...>>
| 0 yorum ]

3 Mayıs,Türkçülere Karşı Yapılan Haçlı Seferidir.
3 Mayıs,Türk tarihinin en önemli günlerinden biridir.
3 Mayıs,Türkçülüğün fikirden harekete geçtiği gündür.
3 Mayıs,Türkçülüğün umutsuzluktan umuda yöneldiği gündür.
3 Mayıs,Gaflete dalmış tutuma Türkçülük ruhuyla dolu gençliğin şahlanışıdır.
3 Mayıs,Türkçülük ülküsünün tüm Türkiye’ye ve Türk Dünyasına yayıldığı,Bozkurtça şahlanış günüdür.
3 Mayıs,Milliyetçilerin komüniste karşı DUR ! diyen toplu hareketidir.
3 Mayıs,Türk milliyetçilerinin bayramıdır.
3 Mayıs,Bundan otuz iki yıl önce idealist ve vatanperver bir grubun o devrin dikta rejimine karşı başlattığı kutsal gayeli bir hareketin ilk adımıdır.
3 Mayıs,Türk milliyetçilerinin yeni bir hamleye girişmesinin başlangıcıdır.
3 Mayıs,Türk milletini ilimde,maneviyatta,teknikte en yükseğe çıkarma hamlesidir.
3 Mayıs,Türk milliyetçilerinin yabancı kültüre ve yabancı ideolojilere karşı baş kaldırmasıdır.
3 Mayıs,Kendi milli kültürümüzü çağdaş gelişmelerle yeniden yoğurma hareketidir. 3 Mayıs,Ülkücülük Hareketinin dönüm noktasıdır.
3 Mayıs,Türk milliyetçilerinin ,Türk milletinin varlık davasında çektikleri ızdırabın elemin,gözyaşının ifadesidir.
3 Mayıs ,Türk milliyetçilerine yalan ve iftiralarda bulunanların kendi iftira ve yalanlarıyla boğulduğu gündür.
3 Mayıs, büyük milletimizin edebiyete kadar yaşayacağına inanan Türk milliyetçilerinin yeniden doğuşudur.
3 Mayıs, Türk milliyetçilerinin bayraklaşan hareketidir.
3 Mayıs,Milliyetçi Türkiye'nin kuruluşunda temel taştır.
3 Mayıs, Türk Milliyetçilerine,kutlu olsun.


Devamını okuyun...>>
| 0 yorum ]











Devamını okuyun...>>
| 0 yorum ]

Atatürk bir Bozkurt'tur.

Yedi Düvel Türk topraklarını dört bir taraftan işgal etmiş iken o, Türk Milletinin önüne düşmüş, yol göstermiş ve Anadoluda bir kurtuluş yürüyüşünü başlatmıştır.

Yıllar süren Kurtuluş Savaşının sonunda düşman mağlup edilmiş ve Türk Milleti yeniden bir vatan cografyasına sahip olmuştur.

Bozkurt Atatürk bu vatan cografyasında yeni bir devlet kurmuş ve adını Türkiye koymuştur.

O bir Türk milliyetçisidir.O BİR BOZKURTTUR !...

Atatürk'e hediye edilen Bozkurt heykeli.

Ağustos 1926 gecesi Türkiye'nin ''Bozkurt'' adlı yolcu gemisi, Fransız ''Lotus'' gemisi ile Ege Denizi'nde çarpışır. Bozkurt gemisi batar ve 8 Türk denizcisi boğularak ölür. Ertesi gün, İstanbul'a gelen Lotus gemisinin kaptanı tutuklanır

ve Türk mahkemelerince 80 gün hapis cezasına çarptırılır. Lotus gemisinin kaptanının karşı çıkışları sonucu dava, La

hey Sürekli Adalet Divanı'na intikal eder. Lahey Sürekli Adalet Divanı, 7 Eylül 1927'de, Türkiye'nin hukuka aykırı davranmadığına karar verir. Bu kararla birlikte ''Geminin adı ve Türk milletinin milli simgesi, Türk özgürlük ve bağımsızlığının timsali olmasından ötürü'', Türk heyetine, Atatürk'e verilmek üzere tunçtan bir Bozkurt heykeli armağan edilir. Bu davadan dolayı, dönemin adalet bakanı Mahmut Esat'a, Atatürk tarafından Bozkurt soyadı verilmiştir.

Hatta küçük izcilere yavrukurt ismini bizzat kendisi taktı. Hakkında yazılan bazı kitaplarda kendisinden Bozkurt olarak bahsedildiğini biliyoruz...Bu belgelerden biri de aşağıda Ankara Ulus’ta bulunan Atatürk heykelinin kaidesindeki bozkurt b

aşı dır.

Atatürk Zamanında basılan Bozkurt

resimli para ve

pullar.

Atatürk, kurduğu devletin Türk adı, Türk dili, Türk kültürü ile yaşamasını istemiştir. Bunun için Türk Milletinin sembolü olan Bozkurtu, Türk devletinin parasınave pullara bastırarak, Bozkurt adını her yerde kullanarak yeniden Türk kültürüne yerleşmesine öncülük etmi































Devamını okuyun...>>
| 0 yorum ]


MARKSİZM

Marx’a göre; teknolojideki gelişmelerin yarattığı işbölümü, üretimi, kollektif bir çalışmanın ürünü yapmıştır. Oysa üretim kollektif iken, üretim araçlarının mülkiyetinin özel oluşu bir çelişkidir. Özel mülkiyete dayalı üst yapı kurumları ile alt yapı arasında bir uyumsuzluk söz konusudur. İşçi yarattığı değerden az pay aldığı için, yarattığı ürünü satın alamayacak demektir. Yarattığı ürün ona yabancılaşacak yarattığı artı değer işverenin elinde onu ezen bir güce dönüşecektir.
“Servetin giderek belirli ellerde toplanması, üretim araçları üzerinde bir tekelin oluşması kaçınılmazdır. Çünkü rekabete dayalı bir ekonomik yaşamda güçlü güçsüzü ezer ve küçük sermayeye dayalı işletmeler, büyüklerin karşısında giderek yok olurlar. Sermayenin ve üretim araçlarının belirli ellerde toplanması hızlanırken ara tabakalar erir ve toplumun büyük çoğunluğu proleterleşir, yaşamını sürdürmek için kol gücünden başka bir şeyi kalmayanlar kesimine kayar.”
Yukarıda anlatılan kutuplaşma süreci içinde, emekçi toplum kesimlerinin giderek yoksullaşması kaçınılmazdır. Çünkü çığ gibi büyüyen işsizler ordusu, aynı işi daha ucuza yapmaya hazır kitleler demektir. Böylece ücretler de boğaz tokluğu düzeyine kadar inecektir. “Bir yanda çok büyük ama çok yoksul bir çoğunluk, öte yanda çok küçük ama çok varlıklı bir azınlık oluşacaktır. Üretim araçlarına sahip bulunan küçük azınlık, büyük çoğunluğu sömüren sınıfı oluşturur.”
Marksizme göre devlet egemen sınıfın elindeki basit bir araçtan başka bir şey değildir. Toplumun ve siyasal rejimin tüm kurumları, bu egemenliğin devamını sağlamaya, yani egemen sınıfın ayrıcalıklarını korumaya yöneliktir. “Aile, din, ahlak, hukuk, egemen ideoloji vb. hep bu egemenliğin sürmesini güvence altına alan üst yapı kurumlarıdır. Siyasal iktidar, ekonomik iktidarın yansımasından başka bir şey olamaz. Devletlerin hakemliği yani yansızlığı ancak geçiş dönemlerinde, eski egemen sınıf gücünü yitirirken, yeni üretim biçiminin güçlendirdiği sınıfın da henüz egemenliğini kabul ettirecek düzeye ulaşmadığı ortamlarda söz konusudur.”
Marksizm’e göre, kapitalist sınıfın egemenliğinden en çok zarar gören toplum kesimini işçi sınıfı oluşturur. Çünkü kapitalist sınıf işçi sınıfının emeği ile oluşan ekonomik olanakları bizzat işçi sınıfını ezmek ve kendi egemenliğini sürdürmek için kullanır. “Kapitalist toplum düzenini yıkacak olan temel güç, ‘proleterya’ yani ‘işçi sınıfı’dır.”
“Marx ve Engels, Manifesto’da şöyle diyorlar: Proleterya, değişik gelişme ve aşamalarından geçer. Doğuşuyla birlikte burjuvaziyle savaşımı başlar. Başlangıçta savaşımı bireysel olarak işçiler, sonra bir fabrikanın işçileri, sonra bir mesleğin bir yerdeki mensupları, kendilerini doğrudan doğruya sömüren bireysel olarak burjuvalara karşı yürütürler. Saldırılarını burjuva üretim koşullarına değil, bizzat üretim araçlarına yöneltirler; kendi emekleriyle rekabet eden dışalım mallarını tahrip edip makineleri parçalar, fabrikaları yakar, Orta Çağların artık yok olmuş işçi konumunu güç yoluyla yeniden kurmak isterler”
İşçi sınıfının savaşımının bilinçsiz olan kendiliğinden ortaya çıkan aşamasıdır. Başka bir deyişle, “bu aşamada işçi sınıfı ancak kendiliğinden bir sınıftır. Bilinçlendikçe kendisi için sınıfa dönüşecektir.”
Eskiyen ve yeni koşullara yanıt vermeyen bir üretim biçiminin değişmesi kendiliğinden olmaz. Eğer varolan nesnel koşullara öznel koşul demek olan bilinç öğesi eklenmezse, ortaya çıkan toplumsal patlama, düzenin sorunu değil, ancak biçim değiştirmesini sağlar.
Marksizm açısından, bilinçlenmenin önemli bir öğesini ideoloji oluşturur. Marx, egemen sınıfın ideolojisinin tüm toplumu etkilediğini ve diğer toplum kesimlerinde bir sınıf bilincinin oluşumunu zorlaştırdığını öne sürüyordu. Bu noktadan hareket eden Lenin de işçi sınıfının kendi başına bırakılması durumunda gerçek bir sınıf biçimine ulaşamayacağını, bu bilincin ona dışarıdan götürülmesi gerektiğini savundu.
Lenin, şu görüşüyle de bunu destekler “bütün ülkelerin tarihinin bize gösterdiği bir gerçek var. İşçi sınıfı yalnız kendi gücüne dayanırsa ancak trade-ınionist bir bilince, yani sendikalar halinde örgütlenmek, işverenlere karşı savaşım vermek, işçilerin yararına bazı yasaların çıkmasını hükümetten istemek gerektiği inancına varabilir. İşçi hareketinin kendiliğinden gelişmesi, onu ancak burjuva ideolojisine yamanmaya götürür. İşçiye sınıf bilinci ancak dışarıdan yani ekonomik savaşımın dışından, işçi-işveren ilişkilerinin oluşturduğu ortamın dışından götürülebilir.”
Alt yapı ile üst yapı arasındaki uyumsuzluğun ortadan kalkması için öncelikle üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kalkması gerekir. Ama tam bir eşitlikçi düzenin kurulabilmesi ve egemen sınıfın baskı aracı olan devletin kalkıp onun yerine eşyaların yönetimini alabilmesi için bir geçiş aşaması zorunludur. Proleterya Diktatörlüğü olarak adlandırılan bu aşamada, herkes yeteneği eve çalışması ölçüsünde üretimden pay alacaktır. Ancak, kapitalizmin üst yapı kurumları tamamen ortadan kalktıktan, herkese yetecek kadar üretim yapılacak bir düzeye ulaştıktan, kentle köy, düşünce ve kol emekçisi arasındaki farklar yok olduktan sonra sosyalizmin üst aşamasına ulaşılacaktır. Bu komünizm aşamasıdır.
“Engels, burjuva siyasal demokrasisinin bazı ülkelerde şiddete başvurmadan sosyalizme geçmeye olanak tanıyabileceğini vurgulamıştır. Ancak bunun Marksist akımlar içinde genel bir kanıyı yansıtmadığı söylenebilir. Silahlı bir ayaklanmayı gereksiz, hatta işçi sınıfı açısından zararlı görüyordu. Umutsuzluktan doğan şiddeti bir devrim yönetimi haline getirmek yanlıştı. Yasal yollardan çoğunluğu sağlamaya çalışmak çok daha sağlıklı ve olanaklıydı. Demokrasi her iki sınıfa da güvenceler veriyor ve yeni bir düzen kurmak için işçi sınıfına olanaklar sağlıyordu. Demokratik süreçler bir yandan kent soyluları, ödünler vermeye, öte yandan işçileri şiddetten uzaklaşmaya zorlayacaktı.”
Rus devriminden sonraki gelişmeler bir yol ayrımı oluşturdu. Sosyalizmi barışçı yollardan özgürlüklere saygı göstererek gerçekleştirmek gerektiğine inananlarla Sovyet modelini benimseyenlerin yolları ayrıldı. Demokratik sosyalistler, demokratik solcular, sosyal demokratlar birinci grupta yer aldılar. İkinci gruptakilere ise komünist denilmesi yaygınlaştı. Aradaki bir amaç farkı değil araç farkıymış gibi görünürken giderek amaçta da farklılıklar ortaya çıktı. Tüm üretim araçlarının devletleştirilmesinin sosyalizmi yaratacağı yerde işçi sınıfı adına toplumu yönetme iddiasında olan küçük bir azınlık doğurduğu öne sürüldü. O azınlığın ayrıcalıkları ise özgürlüklerin ve demokrasinin gelişmesini önlüyordu. “Marx ve Lenin’in öngördüğü gibi; ayrıcalık olan her yerde o ayrıcalığın korunması için baskıya da gerek vardır.”


Devamını okuyun...>>
| 4 yorum ]

Hakkında tam 11 ayrı suçlama vardı. Bunlar arasında ABD Büyükelçisi Kommer’in arabasının 6 Ocak 1969 günü Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) yakılması; bir erin ölümü ile sonuçlanan ODTÜ kampüsündeki çatışma; hacze giden avukat ve polislerin Sevim Onursal’a ait evde silah zoruyla alıkonulup bağlanması; 25 Ağustos 1969 günü bindikleri taksi şoförünü (Mesut Erdinç) kendilerini ihbar etmesin deyip ağzını bantlayarak küvete koyduktan sonra orada unutup ölümüne sebebiyet vermek; 29 Aralık 1969’da ABD büyükelçiliği önündeki polis noktasını tarayıp polisleri (Türk Polisi dikkatinizi çekerim)yaralamak gibi olaylar vardı.


O dönem kendilerine yer bulmaya çalışan ve dağlara çıkan Deniz Gezmiş’in THKO örgütü ve onun çizgisi, tamamen fiyasko olur. Ayrıca bu çizginin sağlam dayanakları ortaya konmamıştır. Çayan gibi net, duru bir çizgi ortaya koyamayan Gezmiş, bugün anılarından başka sahip çıkılacak bir şey bırakmamıştır. THKO’nun ideolojik çigisi o yıllarda gündemde olan Filistin Sosyalist örgütlerinin çizgisinden alınmıştır. Özellikle George Habaş örgütlerinin çizgileri.. Zaten THKO militanları da bu örgütlerin kamplarında yetiştirilmiştir.

Atatürkçü,Kemalist denilen insanlar Türk Bayrağını ne hale sokmuşlar görün



Bu bayrağı kim değiştirdi merak eden var mı THKO örgütü peki bu örgüte kim üye deniz gezmiş ve arkadaşları...


Arkadaşlar belki thko örgütünün ne olduğunu bilmeyen arkadaşlar vardır.Bakalım bu örgüt neymiş?


1970 yılında DEV-GENÇ içerisinde görülen gruplaşmadan birini de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın etrafında toplanan şahıslar teşkil etmişlerdir. İlk defa 28 Aralık 1970 tarihinde Ankara'da bir polis noktasının kurşunlanması olayı ile kendilerini Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) adıyla tanıtan bir terörist grup ortaya çıkmıştır.

THKO, 1972 yılı itibarıyla üst düzey militanlarının güvenlik güçlerince ele geçirilmesi, içerisinden bazılarının silahlı çatışmalarda ölmesi veya idam edilmesi sonucu 1975 yılına kadar hareketsiz bir devre geçirmiştir.

1974 yılında çıkarılan Af Kanunu(BÜLENT ECEVİT) ile cezaevlerinden tahliye edilen THKO üyeleri kendilerine sağladıkları sempatizanlarla birlikte örgütün eleştirilerini yapmışlar, muvaffak olamama nedenlerini belirleyerek örgütü yeniden inşa etme çabasına girmişlerdir.Bu siyaset ise TDKP, TKEP/L, TKEP, TİKB, TKİP (EKİM) adlı örgütlerle faaliyetlerine devam etmiştir.


Devamını okuyun...>>
| 0 yorum ]


Komünizmin Karanlık Yüzü

Komünizm, 19. yüzyılda ortaya atılan "izm"lerin en kanlısı, en acımasızı ve en geniş çaplısıdır. 20. yüzyılda komünist rejimler veya örgütler tarafından öldürülen insan sayısı yaklaşık 120 milyondur. 120 milyon insan, sırf bu ideoloji uğruna idam edilmiş, toplama kamplarında ölesiye çalıştırılarak katledilmiş, "sürgün" adı altında evlerinden toplanıp Sibirya steplerinde yok edilmiş, kasten oluşturulan kıtlıklarla açlıktan öldürülmüş, en korkunç hapishanelerde en korkunç işkencelere uğratılmış, beyni yıkanmış komünist militanlar tarafından kurşuna dizilmiştir.

20. yüzyıl insanlık tarihinin en kanlı dönemidir. Bu yüzyılda dünya savaşı, soykırım, toplama kampı, kimyasal silahlar, nükleer silahlar, bombardıman, gerilla savaşı, terör eylemleri gibi, daha önceki yüzyıllarda duyulmamış ve görülmemiş vahşet yöntemleri ortaya çıkmıştır. Bu yöntemlerle öldürülen insanların sayısı, yüz milyonlarla ifade edilmektedir.

20. yüzyılın bu kadar kanlı olmasının iki önemli nedeni vardır. Birincisi, gelişen teknolojinin eski devirlerdeki silahlara göre çok daha öldürücü silahların yapımına izin vermesidir. İkinci neden ise -ki asıl önemli olan budur- bu silahların kullanılmasına, hem de korkunç bir acımasızlıkla kullanılmasına neden olan ideolojilerdir. Temelleri 19. yüzyılda atılan çeşitli "izm"lerin kanlı hasadı 20. yüzyılda olmuştur.

Komünizm, bu "izm"lerin en kanlısı, en acımasızı ve en geniş çaplısıdır.

1917'de Rusya'da gerçekleşen kanlı Bolşevik Devrimi ile başlayan vahşet, önce yeni kurulan Sovyetler Birliği'nin geneline, ardından Doğu Avrupa'ya, Çin'e, Kore'ye, Vietnam'a, Kamboçya'ya, Latin Amerika ülkelerine, Küba ve Afrika'ya yayılmıştır.

DOĞU BLOKU'NDA KIZIL TERÖR

Bolşevik Devrimi'nin lideri Lenin'in başlattığı ve Stalin'in genişleterek sürdürdüğü terör, on milyonlarca insanı katletmiş, onlarca farklı halkı acı ve işkenceye uğratmıştı. Komünizmin Kara Kitabı'nda Lenin ve Stalin dönemindeki komünist vahşetlerin genel bilançosu ana hatlarıyla şöyle verilir:

1. Hiçbir yargılama olmadan hapsedilen on binlerce rehine ya da insanın kurşuna dizilmesi ve 1918-1922 yılları arasında ayaklanan yüz binlerce işçi ve köylünün katledilmesi;

2. 5 milyon insanın ölümüne yol açan 1922 açlığı;

3. 1920'de Don Kazaklarının ortadan kaldırılması ve sürgüne gönderilmesi;

4. 1918-1930 yılları arasında on binlerce insanın toplama kamplarında öldürülmesi;

5. 1937-1938 yıllarındaki Büyük Temizlik sırasında 690.000'e yakın insanın ortadan kaldırması;

6. 1930-1932 yılları arasında sebepsiz yere suçlanan 2 milyon insanın sürgüne gönderilmesi;

7. 1932-1933 yıllarında 6 milyon Ukraynalının kasıtlı olarak yaratılan açlıktan kırılmasına seyirci kalınması;

8. Önce 1939-1941 yılları arasında, ardından da 1944-1945 yıllarında yüz binlerce Polonyalı, Ukraynalı, Baltıklı, Moldavyalı ve Besarabyalının sürgüne gönderilmesi;

9. 1941'de Volga Almanlarının sürgüne gönderilmesi;

10. 1944'te Kırım Tatarlarının sürgüne gönderilmesi ve çaresizliğe terk edilmeleri;

11. 1944'te İnguşların sürgüne gönderilmesi ve çaresizliğe terk edilmeleri. (Stephane Courtois, Nicolas Werth, Jean-Louis Panne, Andrzej Paczkowski, Karel Bartosek, Jean-Louis Margolin, Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Kitapçılık A.Ş., S.505)

Stalin'in ölümünden sonra Sovyet rejimi, kısıtlı da olsa bir yumuşama sürecine girdi. Ancak Stalin döneminde kurulan "korku imparatorluğu", yine korku üzerine kurulu olarak toplumu yönetmeye devam etti.

Sovyet terörü, sadece kendi halkıyla sınırlı kalmadı. Sovyetler Birliği, II. Dünya Savaşı ile birlikte Doğu Avrupa'ya da yayıldı. Savaş bittiğinde Doğu Avrupa ülkelerinin önemli bir bölümü Sovyet etki alanında kalmıştı. Moskova birkaç yıl içinde çeşitli siyasi komplolar ve manevralarla bu ülkelerin hepsini kendi egemenliği altına aldı. Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Doğu Almanya gibi Avrupa ülkeleri, Stalin'in kanlı rejiminin pençesine düştüler.

Çok uzun bi belgesel yazı arkadaşlar sıkılmamanız için parça parça gönderirim,yaptıkları öyle bikaç günde anlatılacak gibi değil ayrıca günbe gün rusyaların Türk soydaşlarımıza yaptıklarını kanıtlarıyla birlikte ekleyecem,bir arkadaşın bahsettiği gibi belgesiz kanıtsız konuşmam.Bunlar hep rus zülmü altında ezilmiş ülkelerin arşivlerinde mevcut.Internette de rahatlıkla bulabilirsiniz yaşamış ülke ve insan kaynaklarından ingilizce tercümeleride mevcut.

Ayrıca izleyebileceğiniz şahane bi belgesel var BBC tarafından hazırlanmış bir çoğunuz biliyorsunuzdur.Nasizm ve Stalin Rusyası adında cd satılan yerlerde bulabilirsinz kolaylıkla bilinen bi belgesel.
Bu belgeselin en can alıcı yorumlarında biri diyorki kapalı kapılar ardındaki dönemde rusya da yaşananlar pek bilinmiyordu gerçekler günden güne ortaya çıktı ki komunist rusyanın yaptıkları Nazileri gölgede bırakıyor !!


Devamını okuyun...>>