| 0 yorum ]


MARKSİZM

Marx’a göre; teknolojideki gelişmelerin yarattığı işbölümü, üretimi, kollektif bir çalışmanın ürünü yapmıştır. Oysa üretim kollektif iken, üretim araçlarının mülkiyetinin özel oluşu bir çelişkidir. Özel mülkiyete dayalı üst yapı kurumları ile alt yapı arasında bir uyumsuzluk söz konusudur. İşçi yarattığı değerden az pay aldığı için, yarattığı ürünü satın alamayacak demektir. Yarattığı ürün ona yabancılaşacak yarattığı artı değer işverenin elinde onu ezen bir güce dönüşecektir.
“Servetin giderek belirli ellerde toplanması, üretim araçları üzerinde bir tekelin oluşması kaçınılmazdır. Çünkü rekabete dayalı bir ekonomik yaşamda güçlü güçsüzü ezer ve küçük sermayeye dayalı işletmeler, büyüklerin karşısında giderek yok olurlar. Sermayenin ve üretim araçlarının belirli ellerde toplanması hızlanırken ara tabakalar erir ve toplumun büyük çoğunluğu proleterleşir, yaşamını sürdürmek için kol gücünden başka bir şeyi kalmayanlar kesimine kayar.”
Yukarıda anlatılan kutuplaşma süreci içinde, emekçi toplum kesimlerinin giderek yoksullaşması kaçınılmazdır. Çünkü çığ gibi büyüyen işsizler ordusu, aynı işi daha ucuza yapmaya hazır kitleler demektir. Böylece ücretler de boğaz tokluğu düzeyine kadar inecektir. “Bir yanda çok büyük ama çok yoksul bir çoğunluk, öte yanda çok küçük ama çok varlıklı bir azınlık oluşacaktır. Üretim araçlarına sahip bulunan küçük azınlık, büyük çoğunluğu sömüren sınıfı oluşturur.”
Marksizme göre devlet egemen sınıfın elindeki basit bir araçtan başka bir şey değildir. Toplumun ve siyasal rejimin tüm kurumları, bu egemenliğin devamını sağlamaya, yani egemen sınıfın ayrıcalıklarını korumaya yöneliktir. “Aile, din, ahlak, hukuk, egemen ideoloji vb. hep bu egemenliğin sürmesini güvence altına alan üst yapı kurumlarıdır. Siyasal iktidar, ekonomik iktidarın yansımasından başka bir şey olamaz. Devletlerin hakemliği yani yansızlığı ancak geçiş dönemlerinde, eski egemen sınıf gücünü yitirirken, yeni üretim biçiminin güçlendirdiği sınıfın da henüz egemenliğini kabul ettirecek düzeye ulaşmadığı ortamlarda söz konusudur.”
Marksizm’e göre, kapitalist sınıfın egemenliğinden en çok zarar gören toplum kesimini işçi sınıfı oluşturur. Çünkü kapitalist sınıf işçi sınıfının emeği ile oluşan ekonomik olanakları bizzat işçi sınıfını ezmek ve kendi egemenliğini sürdürmek için kullanır. “Kapitalist toplum düzenini yıkacak olan temel güç, ‘proleterya’ yani ‘işçi sınıfı’dır.”
“Marx ve Engels, Manifesto’da şöyle diyorlar: Proleterya, değişik gelişme ve aşamalarından geçer. Doğuşuyla birlikte burjuvaziyle savaşımı başlar. Başlangıçta savaşımı bireysel olarak işçiler, sonra bir fabrikanın işçileri, sonra bir mesleğin bir yerdeki mensupları, kendilerini doğrudan doğruya sömüren bireysel olarak burjuvalara karşı yürütürler. Saldırılarını burjuva üretim koşullarına değil, bizzat üretim araçlarına yöneltirler; kendi emekleriyle rekabet eden dışalım mallarını tahrip edip makineleri parçalar, fabrikaları yakar, Orta Çağların artık yok olmuş işçi konumunu güç yoluyla yeniden kurmak isterler”
İşçi sınıfının savaşımının bilinçsiz olan kendiliğinden ortaya çıkan aşamasıdır. Başka bir deyişle, “bu aşamada işçi sınıfı ancak kendiliğinden bir sınıftır. Bilinçlendikçe kendisi için sınıfa dönüşecektir.”
Eskiyen ve yeni koşullara yanıt vermeyen bir üretim biçiminin değişmesi kendiliğinden olmaz. Eğer varolan nesnel koşullara öznel koşul demek olan bilinç öğesi eklenmezse, ortaya çıkan toplumsal patlama, düzenin sorunu değil, ancak biçim değiştirmesini sağlar.
Marksizm açısından, bilinçlenmenin önemli bir öğesini ideoloji oluşturur. Marx, egemen sınıfın ideolojisinin tüm toplumu etkilediğini ve diğer toplum kesimlerinde bir sınıf bilincinin oluşumunu zorlaştırdığını öne sürüyordu. Bu noktadan hareket eden Lenin de işçi sınıfının kendi başına bırakılması durumunda gerçek bir sınıf biçimine ulaşamayacağını, bu bilincin ona dışarıdan götürülmesi gerektiğini savundu.
Lenin, şu görüşüyle de bunu destekler “bütün ülkelerin tarihinin bize gösterdiği bir gerçek var. İşçi sınıfı yalnız kendi gücüne dayanırsa ancak trade-ınionist bir bilince, yani sendikalar halinde örgütlenmek, işverenlere karşı savaşım vermek, işçilerin yararına bazı yasaların çıkmasını hükümetten istemek gerektiği inancına varabilir. İşçi hareketinin kendiliğinden gelişmesi, onu ancak burjuva ideolojisine yamanmaya götürür. İşçiye sınıf bilinci ancak dışarıdan yani ekonomik savaşımın dışından, işçi-işveren ilişkilerinin oluşturduğu ortamın dışından götürülebilir.”
Alt yapı ile üst yapı arasındaki uyumsuzluğun ortadan kalkması için öncelikle üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kalkması gerekir. Ama tam bir eşitlikçi düzenin kurulabilmesi ve egemen sınıfın baskı aracı olan devletin kalkıp onun yerine eşyaların yönetimini alabilmesi için bir geçiş aşaması zorunludur. Proleterya Diktatörlüğü olarak adlandırılan bu aşamada, herkes yeteneği eve çalışması ölçüsünde üretimden pay alacaktır. Ancak, kapitalizmin üst yapı kurumları tamamen ortadan kalktıktan, herkese yetecek kadar üretim yapılacak bir düzeye ulaştıktan, kentle köy, düşünce ve kol emekçisi arasındaki farklar yok olduktan sonra sosyalizmin üst aşamasına ulaşılacaktır. Bu komünizm aşamasıdır.
“Engels, burjuva siyasal demokrasisinin bazı ülkelerde şiddete başvurmadan sosyalizme geçmeye olanak tanıyabileceğini vurgulamıştır. Ancak bunun Marksist akımlar içinde genel bir kanıyı yansıtmadığı söylenebilir. Silahlı bir ayaklanmayı gereksiz, hatta işçi sınıfı açısından zararlı görüyordu. Umutsuzluktan doğan şiddeti bir devrim yönetimi haline getirmek yanlıştı. Yasal yollardan çoğunluğu sağlamaya çalışmak çok daha sağlıklı ve olanaklıydı. Demokrasi her iki sınıfa da güvenceler veriyor ve yeni bir düzen kurmak için işçi sınıfına olanaklar sağlıyordu. Demokratik süreçler bir yandan kent soyluları, ödünler vermeye, öte yandan işçileri şiddetten uzaklaşmaya zorlayacaktı.”
Rus devriminden sonraki gelişmeler bir yol ayrımı oluşturdu. Sosyalizmi barışçı yollardan özgürlüklere saygı göstererek gerçekleştirmek gerektiğine inananlarla Sovyet modelini benimseyenlerin yolları ayrıldı. Demokratik sosyalistler, demokratik solcular, sosyal demokratlar birinci grupta yer aldılar. İkinci gruptakilere ise komünist denilmesi yaygınlaştı. Aradaki bir amaç farkı değil araç farkıymış gibi görünürken giderek amaçta da farklılıklar ortaya çıktı. Tüm üretim araçlarının devletleştirilmesinin sosyalizmi yaratacağı yerde işçi sınıfı adına toplumu yönetme iddiasında olan küçük bir azınlık doğurduğu öne sürüldü. O azınlığın ayrıcalıkları ise özgürlüklerin ve demokrasinin gelişmesini önlüyordu. “Marx ve Lenin’in öngördüğü gibi; ayrıcalık olan her yerde o ayrıcalığın korunması için baskıya da gerek vardır.”

0 yorum

Yorum Gönder