| 0 yorum ]


KERKÜK-MUSUL
Türkmenlerin Irak'a yerleşmeleri, birbirini izleyen çeşitli dönemlerde gerçekleşmiş, böylece sayıları çoğalarak önemleri artmıştır. Emevi, Abbasi, Moğol istilası, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Orta Asya'dan ve en son dönemlerde Anadolu'dan yapılan göçler sonucu Irak'taki Irak Türklerinin nüfusu artmıştır.Mezopotamya'nın eski kavimlerini göz ardı edersek, Türklerin Irak'a ilk ayak basmaları yaklaşık olarak 674-700 yılına uzanmaktadır. Yani Türkler bu topraklarda 1000 yıldan fazladır bulunmaktadırlar. Yazılı belgelere göre İslam orduları, Emeviler zamanında Sasani İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Türklerle temasa geçilmiştir. Türklerin ve Arapların birbirleriyle yaptıkları savaşlardan sonra Türklerin gücü anlaşılmıştır . O zamanlarda Mezopotamya bölgesi valisi olan Ubeydullah bin Ziyad, Buhara ve Beykent'e yaptığı saldırılar karşısında, Türk prensesi Kabac Hatun'un ordusu direnmiştir. Bu saldırılarda Türk askerlerinin kahramanlıkları, nişancılık ve ok atmadaki ustalıkları Ubeydullah Bin Ziyad'ın dikkatini çekmiştir. Buhara bölgesinde yapılan bu savaşlar sonucu Türklerin ne kadar güçlü ve askeri anlamda da bilgili olduklarını görmüştür. Ubeydullah bin Ziyad, Buhara prensesi ile bir anlaşma yaparak, Türk askerlerini yanına almış ve bunları Irak'a götürerek Basra'ya yerleştirmiştir .Tarihi kaynaklar, Basra'ya yerleştirilen Türk askelerinin 2000 civarında olduklarını kaydeder. Bu Türk askerleri okçuluğu tam anlamıyla bilmeyen Araplara okçuluğu da öğretmişlerdir.ABBASİ DÖNEMİNDE TÜRKLER: Türklerin Irak'a gelişlerinin, Abbasi döneminde, özellikle Halife Mamun ve Halife Mutasım'ın iktidarları sırasında sıklaştığını görürüz.Halife Mamunun tahta oturmasında büyük rol oynayan Türkler, Bağdat'a yerlemişlerdir. Bu olay Türklerin bu zamana kadar yönetimde ne kadar etkili olduklarını göstermektedir. Bu arada, ordunun yönetimi tam anlamıyla Türklerin eline geçmiş ve sistemi de Mete Han'dan günümüz kadar gelen onluk bir düzene dayalı Türk sistemi olmuştur. Halifenin özel ordusu da Türklerden oluşmakta idi.Bir yandan Hariciler ve bir yandan da Şiilerle uğraşmak zorunda kalan hilafet Türkleri bu iki gücün arasına koyarak kendisini rahatlatmak istemiş ve bu iki gücün arasında bir şehir kurarak orta anlamına gelen "Vasit" şehrini Türkler için kurmuştur.Yaklaşık olarak 863 yılında Mutasım'ın emri ile Türk askerleri için Samarra şehri kurulmuştur ve 70.000 nüfusu olan Samarra şehrine hilafet merkezi de taşınmıştır ve Türklerin merkezi olan Sammarra şehri 50 yıla yakın bir süre hilafetin merkezi de olmuştur.Mutasım'dan sonra Türklerin sayıları ve nüfuzları arttığı gibi, bu durum, Türkistan'ın da hızla müslümanlaşmasında rol oynamıştır.Türklerin başka milletlere karışmaması için Türkistan'dan Türk kızları getiriliyor ve böylece Türk soyu bozulmadan devam etmesi sağlanıyordu. Bu güne kadar gelen bu gelenek Türklerin çok az bir dıştan evlenme ile sürekli kendi içlerinden evlenme ile devam etmiştir. Bunun gibi olayların sonucu olarak Abbasi devletinin siyasi ve askeri alanında tek söz sahibi Türkler olmuştur, istedikler halifeyi tahta çıkarıp, istediklerini indirmişlerdir.SELÇUKLU DÖNEMİNDE TÜRKLER: Selçuklular kelimesi, bir boyu veya Oğuzların bir kolunu ifade etmemektedir. Bu kelime, Selçukluların büyük atası Dukakoğlu Selçuk'a nispetle bir hanedan adını ifade etmektedir. Selçuklular, 24 Oğuz boyundan biri olan Kınık boyuna mensupturlar.Irak'a ikinci büyük Türk göçü 1040'tan sonra gelmeye başlamıştır. 1050-1054 arasında bölgeye, diğer Türk boylarıyla birlikte, Türkmenler kalabalık gruplar halinde gelmişlerdir.Şiilerin ve bölge halkını zaman zaman rahatsız etmelerinden dolayı, Abbasi halifesi, Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey'den yardım istemiş ve 1055 yılında Büyük Selçuklu Hakanı Tuğrul Bey Irak'a girmiştir. Bu olay, 9 asırlık Türk hakimiyetinin başlangıcı sayılmaktadır.Irak'a ikinci büyük Türk göçü 1040'tan sonra gelmeye başlamıştır. 1050-1054 arasında bölgeye, diğer Türk boylarıyla birlikte, Türkmenler kalabalık gruplar halinde gelmişlerdir. Şiilerin ve bölge halkını zaman zaman rahatsız etmelerinden dolayı, Abbasi halifesi, Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey'den yardım istemiş ve 1055 yılında Büyük Selçuklu Hakanı Tuğrul Bey Irak'a girmiştir. Bu olay, 9 asırlık Türk hakimiyetinin başlangıcı sayılmaktadır.IRAK SELÇUKLULARI (1118-1194) Selçuklu sultanı Mehmet Tapar'ın ölümünden sonra Selçuklular Irak'ta 76 yıl hüküm süren bağımsız bir devlet kurdular. Miladi 1118 yılında kurulan bu devlette, ilki Sultan Mehmet Tapar'ın büyük oğlu sultan Mahmut, sonuncusu Arslan Şah'ın oğlu II. Tuğrul olmak üzere dokuz sultan hüküm sürmüştür. Irak Selçukluları M. 1157 yılına kadar Sultan Sencer'e tabi olmuş, Sultan Sencer'in ölümünden sonra ise bağımsız olarak hüküm sürmüşlerdir. Daha sonraki yıllarda otoriteleri zayıflayarak Atabeylere tabi olmuşlardır.MUSUL ATABEYLERİ ( ZENGİLER) (1127-1233,62) Atabey, Selçuklu prensleri ve şehzadelerinin her türlü eğitimiyle uğraşan tecrübeli hocalara denir. Atabeyler, ülkenin eyaletlerinde yönetici olarak görevlendirilen şehzadeleri devlet idaresine alıştırmak, savaş ve komutanlık konusunda eğitim vermekle görevlendirilmişlerdir. Bu uygulama daha sonra Osmanlı Devletinde de vardır. Oradaki işlev aynı olmakla birlikte isimleri Atabey değil, Lala'dır.Türkmen beylikleri arasında en ünlü beylik Musul Atabeyliği'dir. Musul Atabeyliği, siyasi ve askeri dehaları ile ün yapan ve özellikle Haçlı ordularına karşı başarı ile savaşan İmadeddin Zengi ve oğlu Nureddin Zengi'ye nisbetle tarihte Zengiler adıyla da anılmıştır. Musul Atabeyliği 1127 yılında 1233 yılına kadar hüküm sürmüş, daha sonra Zengilerin yanında yetişen Lu'lu ailesi tarafından 1262 yılına kadar devam etmiştir.İmadeddin Zengi, Oğuz boyuna mensup Avşar boyunun ileri gelenlerinden ve Kasim-üd-Devle lakabı ile tanınan Aksungur Bey'in oğludur. Kendisinden sonra oğulları Gazi ve Kutbeddin Mevdud yerine geçmiştir. Bu atabeyliğe Musul'u kendilerine merkez yapan İlhanlılar son vermiştir.ERBİL ATABEYLİĞİ Erbil Atabeyliği Musul, Erbil, Şehrizor, Hakkari, Harran, Sincar ve Tikrit'te hüküm sürenmüştür. M.1144 yılında Selçuklu komutanlarından olan Beğtigin'in oğlu Zeyneddin Ali Küçük tarafından kurulmuştur. Kendisinden sonra oğulları Zeyneddin Yusuf ve 65 yıl Erbil'i idare eden Muzaffereddin Gökbörü hüküm sürmüştür.Muzaffereddin Gökbörü, Devletini zamanın en modern ve en gelişmiş devleti haline getirmiştir. İslama yapmış oldukları katkılar da çok önemlidir. İlk Mevlidi Şerif'i kendisi okutarak bütün İslam alemine yayılmasını sağlamıştır. Çok iyi bir devlet adamı olmasına rağmen devleti kendisinden kısa bir sonra dağılmıştır.KERKÜK'TE KURULAN TÜRKMEN BEYLİĞİ Kerkük ve Şehrizur bölgesinde İvaki (İvaiyye) Türkmenleri tarafından, bugünkü Süleymeniye bölgesi ile Şehrizur ovasını da içine alan bir Türkmen beyliği kurulmuştur. Bu beyliğin başında Arslantaş oğlu Kıpçak bulunuyordu. Daha sonra İmadeddin Zengi ile çarpışan Kıpçak mağlup olmuş, böylece bu beylik Musul Atabeyliğine katılarak son bulmuştur.KARAKOYUNLU (BARANLI) DEVLETİ Karakoyunlular, Baranlı boyuna mensuptur. Boy adının kendisine nispetle alan Baran'ın, Oğuz'un torunlarından biri olduğu sanılıyor. Karakoyunlu Beyi Kara Yusuf H. 806 yılında Bağdat'ı istila etti. Daha sonra oğlu Şah Ahmet'i Irak tahtına oturttu. Babası Kara Yusuf'un ölümü üzerine bütün ülkesi kendisine kaldı. Ölümünden sonra ise kardeşi Cihan Şah iktidara geldi. Ancak Cihan Şah'la Akkoyunlu devletinin kurucusu Uzun Hasan arasında H.870 yılında çıkan savaşta Uzun Hasan galip geldi. Böylece Karakoyunlu devleti H.879 (M.1470) yılında tarihe kavuştu.AKKOYUNLU (BAYINDIRLI) DEVLETİ Akkoyunlular Oğuz Han'ın torunlarından ve 24 Oğuz boyundan biri olan Bayındır'a mensupturlar. Bu devletin en önde gelen şahsiyetleri arasında, Kara Osman ile Cihan Şah'ı yenerek Bağdat'ı istila eden Uzun Hasan Bey'dir. Uzun Hasan'ın M.1470 yılında ölümünden sonra en büyük oğlu Hüseyin tahta geçmiş, ancak kardeşleri arasında taht kavgaları baş göstermiştir. Bu taht kavgaları Murat Bey zamanında son bulabilmiştir. 40 yıl kadar hüküm süren Akkoyunlu devleti, Şah İsmail Safavi'nin Bağdat'ı M.1508 yılında işgal etmesi ve Sultan Murat'ın Kirman'a kaçması üzerine son bulmuştur.Türklerin Irak'ı fiilen vatan olarak benimseme devri bu şekilde birbirini izlemiştir. Böylece Türkmenler Irak topraklarında kendilerine uygun ortamı bularak yerleşmişler ve Türk-İslam medeniyetinin kurulmasında büyük rol oynamışlardır.OSMANLI DÖNEMİNDE IRAK TÜRKLERİ: Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Savaşı'ndan sonra Musul, Kerkük, Erbil gibi Kuzey Irak'ın önemli şehirlerini Osmanlı topraklarına katmıştır. 1534'te Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılan seferler Safavi hakimiyeti sona erdirilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman'nın 1534'te Bağdat'ı almasıyla Irak bütünüyle Osmanlı hakimiyetine girmiştir .1555 yılına kadar geçen zaman içerisinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun nüfuzu bütün Irak'ı kapsamıştır.XIX.y.y.'ın ikinci yarısından itibaren, özellikle İngilizler ile Fransızlar Irak üzerinde büyük bir çekişmeye girmişlerdi. I.Dünya Savaşı'ndan önce gizli olarak cereyan eden Irak topraklarının paylaşımı ciddi bir rekabete sahne olmuştur. Mezopotamya'nın bereketli toprakları ve zengin petrol kaynakları sömürgeci devletlerin bölgeye ilgilerini çekmiştir.I.DÜNYA SAVAŞI VE SONRASI :Osmanlı İmparatorluğu I.Dünya Savaşı'na girerken İngilizlerin bölgede yerli halkı Osmanlı aleyhine ayaklandırmak için müthiş bir gayret içindeydi . Bu amaçlarını Şerif Hüseyin aracılığıyla Araplar üzerinde gerçekleştirmişlerdi. Ancak savaş boyunca özellikle Irak'ta Türkmenler gerek I.Dünya Savaşı'ndan önceki Balkan Savaşları, Rus Savaşları ....v.b. bütün cephelerde ve en çok da Çanakkale Savaşı'nda öz topraklarını kanlarıyla sulamışlardır. Sonunda, bölgede sürdürülen çetin mücadeleleri Osmanlı kaybetmiş ve Necef, Kerbela bölgelerinde ayaklanma olmuştur. Bunları takiben de 11 Mart 1917'de ise Bağdat düşmüş, bölge ağırlıklı olarak İngilizlerin kontrolüne girmişti. Bununla beraber bir kaç kez İngilizler yenilmiş ve esir alınmışlardır.I.Dünya Savaşı'na son veren 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi ilan edildiğinde, İngilizler daha Musul'a girmemişlerdi. İngiliz ordusu bu bölgeye yerleşmek için baskısını artırmış ve nihayet 15 Kasım'da şehri fiilen işgal etmiştir.19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkması ve Kurtuluş mücadelesinin başlamasıyla birlikte 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşmasını kabul etmeyen Anadolu Türkleri, özellikle de Anadolu'daki Aydınların ve Atatürk'ün gayretleri ile son Mebusan Meclisi'nde İngiliz işgali altında bulunan Musul ve Kerkük'ü de Misak-i Milli sınırları içine dahil etmiştir.Lozan Konferansı'nda karara bağlanamayan ve İngiltere'nin gizli faaliyetleri doğrultusunda Günedoğu'da çıkarttırılan isyanlar sonucu (Şeyh Sait isyanı ), İngiltere Musul meselesini Milletler Cemiyeti'ne götürmüş ve cemiyetin yanlı ve tek taraflı olan kararıyla Musul'u Aralık 1925'te Irak'a terk etmesini sağlamıştı. 5 Haziran 1926'da Ankara Konferansı'nda, Ankara Antlaşmasıyla Irak Türkleri Türklüğün bağrından tamamen koparılmış ve kaderleriyle baş başa bırakılmışlardır.Irak'ın İngiliz işgaline girmesiyle birlikte Irak Türkleri için karanlık bir dönem başlamıştı .Bu sırada Irak Türkleri kendi geleceklerini kendileri belirlemek için plesipit yapılmasını istemişler, ancak İngilizler bunu reddetmişler ve karşı çıkmışlardır. Toprakları işgale uğrayan Irak Türklerinin ileri gelenleri, istilacı güçlere karşı mücadele etmek için hemen harekete geçmişlerdi. Anadolu'da yürütülen milli mücadeleye paralel olarak başlayan bu hareket, gücünü yine Anadolu'dan alıyordu. İngilizler, ayaklanmanın Irak çapına yayılması ve büyümesi karşısında, Hindistan'dan takviye birlikleri getirerek ancak bu şekilde ve güçlükle Irak'taki ayaklanmaları bastırabilmişlerdi.Ardından ise Suriye'de istenmeyen Faysal, Kral yapılmak üzere Irak'a İngilizlerce getirilmişti. Yapılan halk oylamasında Irak'ın Kuzey bölgesinde ağırlıklı nüfusu oluşturan Türkler, Faysal'ın kral olmasına karşı çıkmış, ancak Faysal'a 28 Ağustos 1921'de yine de taç giydirilmişti.IRAK KRALLIĞI'NDA IRAK TÜRKLERİ: 1920-1932 yılları arasında, Irak'ın İngiliz mandası altında bulunduğu dönemde, Türkler baskı ve zulüm dolu bir dönemde yaşamışlardı. 1930'da İngiliz-Irak Antlaşmasıyla manda idaresinin sona ermesi, 1932'de Irak'ın Milletler Cemiyeti'ne kabul edilmesi, ardından da bağımsızlığına kavuşması, Irak Türklerinin yüzünü güldürmemiş, aksine baskı ve şiddetin dozu daha da arttırmıştı.1920 geçici Irak Anayasasıyla, Irak halkının Arap, Kürt ve Türk öğelerinden oluştuğu, ayrıca azınlıklardan da oluştuğu kabul edilmekteydi. Irak Anayasası'nın 14. Maddesi Türklerin ana dilleri ( Türkçe) ile eğitim yapmaları kabul edilmişti. Ama buna bile müsaade edilmemiştir. Ancak diğer bir unsur olan Kürtlere, çok az sayıda olmalarına rağmen azınlık Hıristiyan ve Yahudi cemaatlerine dahi geniş haklar tanınmış, eğitim ve öğretimlerini kendi dilleri ile yapmalarına izin verilmişti.Levi Katliamı (1924), Anavatan Türkiye'den ayrıldıktan sonra, Irak Türklerinin maruz kaldığı kötü muameleler zamanla soykırıma dönüşmüş olup, bunların ilki Kerkük'te, 4 Mayıs 1924 tarihinde meydana gelmiştir. Levi adı verilen Teyyari askerlerinin başlattığı bu olayda bir çok masum Irak Türkü hayatını kaybetmiştir. Burada ölenlerin sayılarının yüzü aşkın olduğu belirtilmektedir.Türk düşmanı İngilizlerin kuklası olan kral I. Faysal, 1933'te kral olan oğlu Kral Gazi dönemlerinde Türklere her türlü baskı yapılmıştır. Bu baskılar hem siyasi, hem ekonomik, hem kültürel hem de sosyal açıdan bütün şiddetiyle yapılıyordu. Bunun yapılmasının aslı amacı Türkleri sindirmek, onlara nefes aldırmamaktı.Türklerin yaşadıkları bölgelere Kürt idareciler tayin edilmiştir. Yine o yıllarda da büyük bir önem kazanan ve en önemli olay haline gelen petrol şirketlerine, bu şirketlerin petrol arazilerinin Türk bölgelerinde olmalarına rağmen, bu arazilerin sahipleri olan Türklerin elinden alınıp kendi yandaşlarına verilmiştir. Yine petrol şirketlerine Ermeni, Asuri ve Kürtler yerleştirilirken, Türkler buralarda işçi bile olamamıştı. Bu arada bir çok Kürt genci Londra'ya gönderilerek, orada kendilerine en iyi şekilde eğitim veriliyor, verilen eğitimin yanında kendilerine Türk düşmanlığı aşılanıyor, döndüklerinde Türklerin başına idareci olarak görevlendiriliyorlardı.Gavurbağı Katliamı, (1946) II. Dünya Savaşı sıkıntıları nedeniyle savaşı sakin geçiren Irak Türkleri, savaştan sonra yine yeni bir katliamla karşılaşmışlardı. Polis kuvvetleri, 1946 yılında Kerküklü işçilerin daha iyi haklar elde edebilmeleri için yapmış oldukları grevi kırmak için 12 Temmuz günü işçileri Gavurbağı Meydanı'nda kuşatmaya almış, işçiler dağılmadığından onları yaylım ateşine tutmuştur ve burada da bir çok Türkü şehit etmişlerdi.Türkmenler bütün bu sıkıntı ve acılara rağmen 1947'den sonra kendi aralarında, gizli olarak, evlerde Latin harfleriyle Türkçe okuma-yazma seferberliği başlatmışlar.1954 yılında Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Krallığı arasında "Bağdat Paktı" imzalanmış olmasına rağmen Türklere yapılan baskılar devam etmiştir. Bu arada Komünist Partisi kurulmuş Kürtler büyük bir seferberlik içerisinde bu partinin etrafında birleşmişlerdir.IRAK CUMHURİYETİ'NDE IRAK TÜRKLERİ : 14 Temmuz 1958'de Irak'ta Krallık devrilmiş ve yerine Cumhuriyet rejimi ilan edilmiştir. Irak krallık olarak ilan edildiğinden cumhuriyetin ilan edildiği 1958 yılına kadar 3 kral hükmetmişti. I.Faysal, oğlu Gazi ve onun da oğlu II.Faysal kral olmuşlardı.İhtilalin lideri olan General Abdülkerim Kasım ile Yarbay Abdüsselam Arif'in ilk açıklamalarında General Abdulkerim Kasım Irak Cumhuriyeti'nin Devrim Komuta Konseyi Başkanı ilan edildi. Daha sonraki açıklamada Irak'ın 3 asli unsurdan meydana geldiğini, bunların Arap, Kürt ve Türklerin olduğuydu.Abdulkerim Kasım, ihtilalde askerlerin yanı sıra dış güçlerden ve içte de bir kısım Arap güçleri ve ileri gelenlerinden, Kürtler ve partilerinden destek almıştı. Bunu da en önemli nedenlerinden birisi, Irak'ta Komünist bir yönetim kurulmuş olması ve Kürtlerin de bu doğrultuda çalışmış olmasıydı. Diğer taraftan da bu şekilde yönetilen ülkeler kendine yakın gördükleri ve güçlü olan bazı dış ülkelerden destek alırlar. O zamanlarda da Rusya gücünün doruk noktasındaydı. Böylece Kasım Rusya'dan destek aldı.Böyle bir yapılanmada Kürtler önemli mevkilere getirilmiştir. Hatta bu olaylardan on yıl önce Rusya'ya kaçan Kürtlerin lideri Molla Mustafa Barzani, General kasım'ın isteği üzere 7 Ekim 1958'de Bağdat'a dönmüştü. Barzani'nin Irak'a dönmüştür.İhtilalden bir süre sonra kasım tarafından hazırlatılan yeni Irak Anayasası'nda "...Araplar ve Kürtler Irak'ın müşterek sahipleri..." olarak gösterilmişler ve bu anayasa da Türklerden hiç bahsedilmemiştir. Bu durum Türklerin şiddetli tepkilerine yol açmıştır. Zamanla Irak'ın kuzeyinde Kürtlerin özerklik istekleri duyulmaya başlanmıştır. Sosyalist rejimden yararlanarak amaçlarına ulaşmak için her yolu denemeye başlamışlardı. Bu arada Kerkük'te Komünizm tehlikesi de baş göstermeye başlamış, Türklerin kendi topraklarında "Türklere hayat hakkı yoktur" demeye kadar hakaretler yoğunlaşmış ve olaylar Kürtlerin kışkırtmalarıyla Türk-Kürt çatışmasına dönüşmüştür.Bir çok ayrıcalığa sahip olan ve yönetimce de desteklenen ve kollanan Kürtler, petrol yatakları ile çok zengin olan Kerkük bölgesini idarelerine alma düşüncesini doğurmuştur. Kerkük'te önemli mevkilerde bulunan tüm Türk görevlileri görevlerinden ve Kerkük'ten sürülüp yerlerine Kürtlerin ve Arapların yerleştirilmesi Türklerde endişe ve korkuya sebep olmuştu.14 Temmuz 1959 Kerkük Katliamı, "Şehitler Günü", 14 Temmuz 1959 tarihi Irak Cumhuriyeti'nin I.kuruluş yıl dönümü kutlamaları yapılırken, Kerkük'te insanlar I.yıl kutlamalarına çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden üzerilerinde milli kıyafetleriyle bir bayram şeklinde katılamaya başlamışlardı. Aynı gün Irak Türklerinin maruz kaldığı en acımasız katliamlardan birisine de sahne oldu. Komünist Kürtler ve arkalarını dayadıkları yönetimin de yardımıyla Irak Türklerine karşı büyük ve vahşice bir katliama giriştiler. Örneğin iki araba arasına ayaklarından bağlanıp, arabaların zıt yönlere gitmeleriyle ortadan ikiye ayırma; Kerkük sokaklarında ölünceye kadar elleri ve ayakları bağlanmış olan Türkmenleri sürükleyip, diri diri derileri soyulup sonra da yakılanları,...gibi onlarca işkence türü ile yüzlerce Türkmen'i şehit ettiler. Bu katliamın bir diğer önemli olayı da o güne kadar yetişmiş olan Türkmen aydınlarını, yetişmiş gençleri, Türkmenleri teşkilatlandıran Türkmen lideri Ata Hayrullah gibi insanları da acımasızca şehit ettiler.Bu katliam üç gün üç gece sürdü. Bu olayların meydana gelmeye başlamasıyla Kerkük'te sokağa çıkma yasağı ilan edildi, böylece caniler yakalamak istedikleri kişileri evlerinden alarak daha kolay bir şekilde amaçlarına ulaştılar. Daha sonrada da anlaşıldığı gibi bunun bir oyun olduğuydu, Kerkük'teki yönetimin Türkmen halkına bir oyunu. Şans eseri Kerkük dışında bulunan I.Ordu Komutanı Türkmen, Albay Abdullah Abdurrahman'ın bu olayı duyup, askerlerin bu katliama seyirci kaldıklarını görünce, bu olayları General Kasım'dan durdurmasını ister. Bu vahşet günler sonra, Kürtlerin istediklerini yapmalarından sonra ordunun şehre hakim olmasıyla sona ermiştir.Bu arada Albay Abdullah Abdurrahman Türkmenlerin büyük bir sevgisini ve saygısını kazanmıştır. 1980'de Saddam tarafından idam edilen Türkmen liderleri arasında bulunmuş ve 65 yaşını geçmiş olmasına rağmen idam edilerek diğer Türkmen şehitlerine katılmıştır.1963 DARBESİ VE BAAS REJİMİ : General Kasım'ın yönetimi 1961'den sonra gelişen iç ve dış olaylarla zayıflamaya başladı. Bu durum içerisinde, Arap Sosyalist Baas Partisi'nin Irak Kolu ile işbirliği yapan ordudan bir grup subay Şubat 1963'te darbe yapmış ve yönetimi ele geçirmiş. Bu yönetimle birlikte Türkler için nispeten istikrarlı bir dönem başlamış, ancak kültürel haklar konusunda herhangi bir gelişme olmamıştır.1963-1968 yılları arasındaki dönemde Abdusselam Arif ve kardeşi Abdurrahman Arif cumhurbaşkanı olmuşlardı. Bu yıllar içerisinde Irak'ta hizipleşmeler sebebiyle yönetim el değiştirmiş ve askeri darbeler dönemi başlamıştır. Sonunda Baas Partisi 17 Temmuz 1968 darbesi ile yönetime gelmiş ve bu değişiklik başlangıçta Türkler için endişe yaratmamıştır. Fakat çok geçmeden bu grup da iktidarını güçlendirmek için muhalefet gruplarını acımasızca tasfiye etmeye başlamıştır. Çünkü Ahmet Hasan El-Bekir Cumhurbaşkanı olmuş ve Saddam da yardımcılığına getirilmiştir.Kültürel Hakların Irak Türklerine Tanınması, 24 Ocak 1970 , Bununla birlikte Baas Partisi, Kerkük'ün Türklüğünü kabul ederek, Irak Türklerine 24 Ocak 1970'te, Türkmen dilinin eğitim dilinde kullanılması, Türkmen okullarının açılması, gibi kültürel haklar tanınmıştı. Ancak bu haklar çok kısa bir süre sonra geri alındı. Türkmen okulları kapatılıp, burada eğitim yapan öğretmenlerin büyük bir bölümü Kerkük dışına, özellikle de Irak'ın güney kesimlerine sürüldüler. Öğretmenliklerini burada tamamladılar. Bundan sonra Kerkük'e dönmek isteyenleri geri dönmelerine de izin verilmemiştir.Bunu üzerine Kerkük'te bulunan bütün Türkmen okullarında öğrenciler tarafından boykot başlatıldı. Bu boykot bütün okulları kapsadı. Okulların kapılarına zincirler vurularak okullara girilmesi engellendi. Türkmen öğrencilerin yapmış oldukları bu olay büyük bir ses getirdi. Yönetim tarafından endişe içerisinde izlendi. Bu boykot kırılmalıydı. Yönetim yine kanlı yüzünü gösterdi. Kerkük'ün en sevile simalarından biri olan, aynı zamanda da bir öğretmen olan Hüseyin Tuzlu'yu (yapmış olduğu milli tiyatro oyunlarında kullandığı tiplemenin adı olan Tembel Abbas ile tanınmıştır) insanlık dışı bir şekilde şehit ederek boykotu kırdı.Baas yönetimi gizli ve kapalı sindirme politikasına geçmişti.1971 yılı sonuna gelindiğinde bu baskılar daha da yoğunlaşmıştı. 1972 yılında Türkmen iş adamlarına kredi verilmeme ve Türklere devlet dairelerinin kapatılmasına kadar varan uygulamalar yapıldı. Öyle ki Bağdat yönetimi, Türk bölgelerindeki camilerde bile Türkçe hutbe okutulmasını yasaklamış, artık manevi baskı aşamasına da geçilmişti.Saddam'ın Cumhurbaşkanı Olması 1979, 70'lerin ortalarından itibaren Saddam kendini tam anlamıyla Irak üzerinde hissettirmeye başladı ve yönetimi tam olarak ele geçirdi. Daha sonra 1979 'da bir iç darbe ile zamanın cumhurbaşkanı olan Ahmet Hasan Bekir'i hasta diye görevinden uzaklaşmasını sağladı, yandaşlarının tamamını idam etti. Böylece 70'lerin sonuna gelindiğinde Saddam Hüseyin Irak'ın cumhurbaşkanı oldu. Irak - İran Savaşı (I.Körfez Krizi) 1980-1988 , Saddam'ın iktidarı idamlar ve savaşlarla anılmaktadır. Saddam başa geldikten kısa bir süre sonra komşusu olan İran'da da köklü bir yönetim değişikliği meydana geldi. Bir zamanlar Amerika'nın bölgedeki en iyi dostu, yüzünü batıya çevirmiş olan İran ve başındaki Şah yönetimi devrildi, yerine kapalı bir sistemi kabul eden, dini kendine göre yorumlayan bir rejimin ve başlarında Humeyni'nin gelmesiyle bir Mollalar yönetimi kuruldu. Bu durumda bölgede güçlü olmak isteyen iki komşu ülke, yeni politikalarla yönetilen iki ülke ve sınırları en uzun olan iki komşu ülke artık bu bölgede söz sahibi olmak istiyorlardı.Bütün bu olaylar yüzünden iki ülkenin arası iyice açıldı ve bir kıvılcımla da savaş başladı. Irak ile İran arasında sınır yüzünden 8 yıl (1980-1988) süren savaş hiç bir tarafın da bir şey kazanmamasıyla, ama her taraftan milyona yakın kayıp, ekonominin çöküşüyle noktalandı. 8 yıllık Irak-İran savaşı, ülkede genel olarak durumu kötüleştirirken, Türk toplumunun konumu daha da zor bir hal almaya başlamıştı. Bağdat yönetimi, Türkleri bir yandan savaşın ön saflarına sürerken, diğer yandan da Türklerin ileri gelenlerini idam etmeye ve tutuklamaya başladı.16 Ocak 1980 Türkmen Liderlerinin Şehit Edilmesi, "Milli Dava Günü" , Irak Türklerinin liderleri Doç. Dr. Necdet Koçak, Kardaşlık Ocağı Başkanı Emekli Albay Abdullah Abdurrahman, araştırmacı-yazar Dr. Rıza Demirci, ve değerli, saygın iş adamlarımızdan adil Şerif 16 Ocak 1980'de Saddam rejimi tarafından idam edilmişlerdir. Bu olay yeni bir başlangıç olmuş ve Körfez Krizi'ne (1990) kadar devam edecek büyük bir soykırım, Araplaştırma ve insan hakları ihlalleriyle dolu bir politika başlamıştır. Türkmen gençleri bir yandan savaş meydanlarında ölürken; aydınlar, üniversite öğrencileri, toplumun ileri gelenlerinin yüzlercesi tutuklanıp hapislerde çürümüşler, işkencelere tabi tutulmuşlar ve idam edilmişleridir. 1980'de tutuklanıp iki binli yıllarda da hapislerde olup ta neden orada olduğunu bilmeyen pek çok insan vardır.Bununla yetinmeyen Türk düşmanı yönetim, bir çok kasaba ve köyü boşaltarak yerle bir etmiştir. Kerkük'ün etrafında bulunan Türkmen ilçeleri ve kasabaları, onlara bağlı yüzlerce köy idari yönden Kerkük'ü zayıf düşürmek maksadıyla civardaki illere bağlanmıştır. Bu da yetmemiş yeni iller kurulmuştur. Yıkılan yüzlerce köyün arazilerine de el koyulmuştur. Artık Türk köylüsü oraları ekemeyecektir. Daha sonra bu topraklar başka Araplara verilmiştir. Türkler herhangi bir şekilde toprak alamazlar diye kanunlar çıkartılmıştır. Devrim komuta konseyinin 29 Ocak 1976 tarihli ve 41 nolu kararıyla Kerkük ilinin adı al-tamim olarak değiştirilmiş ve en büyük ilçesi olan tuzhurmatu Saddam'ın doğum yeri olan Tikrit'e bağlanmıştır. Aynı konseyin 11 Eylül 1989 tarihli ve 434 nolu kararı 8 Nisan 1984 tarihinde 418 nolu kararı ile Kerkük'te Türkmenlerin gayrimenkul satın almaları yasaklanmıştır. Irak Türkleri bütün insani yaşama haklarından mahrum bırakılmışlardır. Seksenlerin ilk yarısından itibaren Kerkük'teki Türk nüfusunun azalması için her türlü yola başvuran yönetim 27.09.1984 tarihinde 1081 nolu kararı ile Türkmenlerin arazileri istimlak edilerek güneyden getirilen Araplara dağıtılması sağlanmıştır. Buradaki Türkmenleri de yerlerinden atarak, onlara her hangi bir karşılık vermeden bu şekildeki girişimleri yapıyordu. Evinden çıkmak istemeyenleri devlete karşı ayaklanma suçlamalarıyla sindiriyordu ( Irak'ta bu suçun cezası idamdır). İşte Türkmenlerin elinden aldığı arazileri bu insanlara verdi.Irak Türkleri 80'lerde tam anlamıyla insan hakları ihlalleriyle karşı karşıya kaldılar. Artık açık bir şekilde Irak'ta Türk yoktur, varsa da kalmayacaktır denilmeye başlandı. Irak'ta Türk diye bir halkın olmadığı Anayasa'da belirtilmiştir. Irak-İran savaşından sonra çıkan ve Saddam'ın bizzat kendisinin televizyon ve radyolarda okuduğu anayasada "...Irak halkı Arap ve Kürtlerden oluşmıştur..." denilmektedir.II. KÖRFEZ KRİZİ VE SONRASI DÖNEM :Irak, İran'la girdiği savaştan hiçbir şey kazanmadan ama ciddi bir biçimde ekonomik krizle sürüklenmiş ve prestij kaybına uğramıştır. Bu prestij kaybına uğrayan Baas yönetimi, güvenirliliğini ve saygısını yeniden kazanmak için yeni bir maceranın peşine düşmüştür. 2 Ağustos 1990 güney komşusu olan Kuveyt'i işgal etmiştir. Irak'ta Türklere karşı güttüğü politikanın neredeyse aynısını kendisi gibi Arap olan savunmasız Kuveyt halkına da uygulamıştır. Amerika'nın öncülüğünde bu güne kadar görülmemiş bir ittifakla, yeni savaş stratejileriyle "çöl fırtınası" harekatı 14 Ocak 1991 gecesi müttefik güçlerin saldırıları sonucu Irak kuvvetleri adeta felç olmuştur ve Irak büyük silah ve insan kaybıyla Kuveyt'ten çekilmiştir ( ancak Irak yönetimi bu savaşı kazandığı iddialarını halen de sürdürmektedir).II. Körfez krizinden sonra batı, Irak'a gıda ve diğer bütün konularda ambargo uygulamaya başlamıştır. Uygulanan ambargo, zaten zor durumda olan Irak halkını büsbütün sefalete sürüklemiş, kuzeyde Kürtlerin ayaklanması ile kaosun boyutları daha da artmıştır. Açlık ve sefalete anarşi ve panik korkusu da eklenmiştir.Bu korkunç tablo içinde başta Kerkük olmak üzere bütün Türk bölgelerindeki halk, dikkat ve endişe içerisinde gelişmeleri takip etmeye başlamışlardı. Kuzeyde 18 Mart 1991'de başlayan ayaklanma Duhok, Erbil ve Süleymeniye şehirlerini içine almış, daha sonra Kerkük de bu ayaklanmaya katılmıştır. Bu gelişmeler bölgenin daha da bilinmez bir hal almasını sağlamıştır.Ancak bütün bu ayaklanmaların başladığı günden Kerkük'ün alınmasına kadar geçen zaman ve ele geçen bölgenin büyüklüğüne rağmen çok az olmakla birlikte hiç bir şekilde Saddam yönetimi tarafından ve o bölgelerde bulunan askeri birlikler tarafından herhangi bir şekilde karşı konulmamış, herhangi bir büyük çatışma olmamıştır. Orada bulunan askeri birlikler karşı koyabilecek durumda olmalarına rağmen herhangi bir şekilde karşı koymamış, silahlarını bırakarak geri çekilmişleridir. Bu da ileride açıklanması gereken en önemli kilit noktadır.Tazehurmatu Katliamı,
Kerkük'e kadar gelen ayaklanma Kerkük'ün güney sınırında durdurulmuştur. Bağdat'tan yola çıkan ordu birlikleri ve İran muhalefet birlikleri "Mücahidi Halk" birlikte Türklerin önemli bir ilçesi olan Tazehurmatu'ya ulaşmış ve burada hiçbir suçu olmayan birçok Türk'ü kurşuna dizmiştir. Buradaki eski Türk eserlerini de özellikle yıkmışlardır. Güneyden Kerkük'e yaklaşan birlikler şehri ilk önce helikopterlerle taramışlar daha sonra top ateşine tutmuşlar, şehirde herhangi bir mukavemetle karşılaşmadıkları halde şehri bombalamışlardır. Bunları gören ve bu silahlı orduyla başa çıkamayacağını anlayan Kürtler kuzey bölgelerine kaçmaya başlamalarına rağmen, masum Türk halkına rastgele ateş etmişler, ölümlere yol açmışlardır.Altunköprü Katliamı , Kerkük halkı böyle bir durumda çareyi kuzey bölgelerine Altunköprü, Erbil ve Süleymeniye'ye kaçmakta bulmuş ve arkalarında Irak ordusu onları adeta kovalamaya başlamıştır. Askeri güçler ve destekçileri hızlı bir şekilde kuzeye doğru ilerlemeye devam etmişler ve Kerkük ile Erbil şehirleri arasında bulunan, şirin ve büyük bir Türk kasabası olan, Altınköprü'ye girmişleridir. Burada da Tuzhurmatu'da yaptıkları gibi, ama daha da vahşisi, daha da korkunç bir şekilde yüzlerce masum Türk'ü kadın-çocuk, yaşlı-genç, erkek, özürlü insanlar, hamile kadın demeden sokaklardaki ve evlerdeki insanları "ayaklandılar" gerekçesiyle kurşuna dizerek, eşi görülmemiş cinayetler işlemişlerdir.Bütün bu gelişmeler, ne kadar kuzeye kaçılırsa kaçılsın askerlerin mutlaka oralara da geleceği psikolojisiyle insanlar komşu ülkeler olan Türkiye ve İran'a göçle sonuçlanmıştır. İnsanlar her şeylerini geride bırakarak, dağlardan kaçarak o kış aylarında bu komşu ülkelere sığınmışlardır. Özellikle de açlık ve sefalet içinde bulunan Türk-Kürt insanlarına Türkiye Cumhuriyeti ve Türkiye halkı kucak açmış ve yardım etmiştir.Bu durum karşısında Birleşmiş Milletler 36.paralelin kuzeyini "uçuşa yasak bölge" olarak ilan etmiştir. Daha sonra çeşitli anlaşmalarla, özellikle de sadece Kürtleri koruyan bir "güvenli bölge" ilan etmiştir. O yüzden geri dönenlerin neredeyse hepsi Kürt kökenli insanlardan oluşmuştur. Türkiye'de kalanların büyük bir kısmını Türkmenler oluşturuyordu. Çünkü onların dönecekleri yerler "güvenli bölge"'nin altında kalan yerler idi. Ne Altunköprü ne Kerkük ne de Musul (36.paralelin üzerinde olmasına rağmen güvenli bölge içerisinde değildir!) bu güvenli bölge içerisine girmiştir. Bu bölgeler Saddam rejimi eli altındadır. Buradaki iki milyondan fazla Türk Saddam'ın insafına terk edilmişlerdir.Bu olaylardan sonra bütün batının unuttuğu Türkmenler Saddam rejiminin eli altında kalmışlardır. 1992-93'ten itibaren Irak'ta Türk varlığını tamamen ortadan kaldırmak için Araplaştırma politikalarına gidilmiş, sanki Irak'ta ve Türk bölgelerinde Türk yokmuş gibi davranılmaya başlanılmıştır. Türkler artık Irak'ın 3. Sınıf vatandaşı, yani aslı olmayan , herhangi bir insani hakkı olmayan, ortada kalmış bir halk gibi muamele görmeye başlanılmıştır. Irak Türkleri ya Araptırlar ya da Kürttürler, başka bir şey olamazlar. Irak Türkleri Türk bölgelerinden sürülmeye başlamışlardır. Ya güney Irak'a yönetimin belirlediği bir gölgeye elindeki her şeyinle gidecekler yada Kuzey Irak'a hiçbir şeyini yanına almadan gideceklerdir. Her gün aileler ya güneye veya kuzeye sürülmektedirler. Bütün bu sürülmeler Türkmen yerleşim merkezlerinin dağıtılması planına göre yapılmaktadır.II. Körfez Krizinin Irak Türklerine getirdiği ikinci bir değişiklik de, Güvenli Bölge'de kalanlar, Güvenli Bölge Dışında kalanlar olarak Irak Türklerinin ikiye ayrılmasıdır. Aslında Güvenli Bölge 'de kalanlar Irak Türklerinin sadece %10 civarındaki nüfusunun bir kısmıdır. Yani geriye kalan %90 Türkmen halkı Saddam'ın kontrolündedir. Saddam rejiminin insafına terk edilmiş olup, buradaki Türkler de can ve mal güvenliğinin olmadığı bir ortamda varlıklarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Ayrıca ülkenin kuzey kesiminde kalan Türkler bölgedeki Kürt unsurları tarafından acımasızca muamelelere maruz kalmaktadırlar.

0 yorum

Yorum Gönder