Doğu Türkistan Tarihi
A. Uygur adı ve Uygurlar
Uygur adı Türkçe kaynaklarda, Orhon yazıtlarında ilk defa 716 yılındaki olaylar sırasında, Uygur İlteberi'nin ismi vasıtasıyla zikredilmiştir. Bu sırada Uygurlar, Kök Türk hâkimiyetini tanımak istemeyerek Kök Türk ülkesinin doğusuna, muhtemelen de Çin sınırlarına doğru kaçmış olsalar gerek.[2]
Çin kaynaklarında Uygur adı Hui-hu, Hui-he, Wei-hu, Wei-wu[3] gibi çeşitli şekillerde yazılmıştır. Bundan başka, 1283 Numaralı Pelliot yazmaları içinde, 787-843 yılları arasında Tibet'e giden beş Uygur elçisinin raporları münasebetiyle, Uygur adı Tibetçe Ho-yo-hor şeklinde yazılmıştır.[4] Bütün bu değişik yazılışlar Uygur adını ifade etmektedir.
Uygur adının anlamı ve etimolojisi hakkında çeşitli görüşler vardır. Uygur'un manasının "şahin gibi hızla hücum eden, orman halkı",[5] "çukur" anlamlarında olduğu söylenmiştir. Gy. Németh'e göre Uygur adı, uy- "uymak, takip etmek"[6] fiilinden türemiştir. Ebulgazi Bahadır Han da Uygurların adını "uymak, yapışmak"[7] fiiline dayandırır. Kâşgarlı Mahmut'ta ise, "kendi kendine yeter" manasında kullanıldığı[8] anlatılmaktadır. Kelimenin genellikle Uy+gur şeklinde geliştiği, "akraba, müttefik" anlamında olduğu, On Uygur adının da "On Müttefik"[9] anlamına geldiği yolunda açıklamalarda bulunulmuştur.
Çin kaynakları, Uygurların Kök Türkler gibi Hunların neslinden olduğu yolundaki haberlerde hemfikirdirler ve Kök Türkler gibi onların da kurttan türediklerini söylerler. Fakat bunun yanı sıra Uygurların ağaçtan türediklerine dair efsaneler de vardır[10]. Uygurlara ait en eski kayıtların M.Ö. 176 ve 43 yıllarında Issık-Köl civarlarındaki kalıntılarda bulunduğu söylenmektedir.[11]
Çin'deki Türk Tabgaç hanedanı sırasında Uygurlar Gao Che adıyla anılmışlardır[12]. Daha sonra da, 5. yüzyılın ikinci yarısından sonra, Tölöslerin bir kabilesi olarak geçmektedirler.[13] Bununla beraber İslâm coğrafyacıları, Tokuz-Oğuzlarla Uygurları eş tutmuşlardır.[14]
Elimizde bulunan Karabalgasun yazıtı Çince yüzünde Uygurların dokuz aileden meydana gelmiş oldukları zikredilmiştir,[15] fakat bu "dokuz aile"nin adı tek tek sayılmamıştır. Çin kaynaklarının yardımıyla Uygurları meydana getiren dokuz aileyi şu şekilde sayabiliriz: 1) Yüe-lo-ko (Yaglakar), 2) Hu-to-ko (Uturkar), 3) To-lo-wu/Hou (Kürebir), 4) Mo-Ko-si-k'i (Bakasıkır), 5) A-vu-ti (Ebirçeg), 6) Ko-sa (Kasar), 7) Hu-Wu-su, 8) Yüe-wu-ku (Yagmurkar), 9) Hi-Ye-Vu (Aymur/Eymür).[16] Bunların liderliği ise Yaglakar ailesinin elinde bulunuyordu.
Uygur adının siyasî bir addan ziyade, kabile ve bölge adı olarak kullanıldığı yolunda görüşler de vardır.[17] Kök Türkçe kitabelerden ve Çin kaynaklarından öğrendiğimize göre, Uygurların tarih sahnesine çıktıkları ilk yurdun, Selenge nehrinin doğu kısımları olduğu anlaşılmaktadır.[18]
Hun İmparatorluğundan sonra Doğu Türkistan, M.S. 93-121 yılları arasında Çin istilâsına uğradı. Bu yıldan M.S. 220'ye kadar bölgede Kuşan hâkimiyeti kuruldu. Bu devletin çekilmesinden 360 yılına kadar Doğu Türkistan'da bulunan Yarkent, Lop, Hoten, Kâşgar, Kuça ve Turfan gibi şehir devletleri müstakil oldular. Bu tarihten itibaren Doğu Türkistan bölgesine sırasıyla Şiyenbi, Toba, Cücen, Kök Türk, Türgiş, Uygur, Karluk, Karahanlı ve Karahıtay hanedanları hâkim oldular.
B. Uygur Türkleri ve Doğu Türkistan'ın tarihine dair 1. Ötüken Uygur Kağanlığı dönemi742 senesinde Basmıl, Uygur ve Karluklardan müteşekkil boylar Kök Türklere hücüm ederek Kök Türk kağanını öldürmüşler ve yerine Basmılların lideri olan Shie-tieh-i-shih kendini kağan olarak ilân etmiştir. Ötüken'de kurulan bu yeni "Kağanlık"da Uygurlar "Sol Yabguluk" Karluklar da "Sağ Yabguluk" mevkiine gelmişlerdir.[19] Bu arada 742 senesinde "Yabgu" ünvanını taşıyan Uygurların reisi Çin'e elçiler yollayarak Çin İmparatorundan "Adaleti kabul eden reis" ünvanını almıştır.[20] 743 senesinde Uygur Yabgusu Kök Türklerin son kağanı olan Wu-Su-Mi-Shi (Ozmış) kağana hücum ederken diğer taraftan dokuz-oğuzların başında bulunan oğlu da Oğuz kuvvetleri ile birlikte savaşa katılır. Bu savaşta Ozmış kağan ağır bir yenilgiye uğrar ve karısı da Uygurlara esir olur.
Kök Türk devletinin tamamen tarih sahnesinden silinmesine sebep olan en son darbe 744 yılında yine Kök Türkler gibi "Aşina" soyundan gelen bir hükümdara sahip olan Basmıllar tarafından vurulur. Basmıl Kağanı, Ozmış Kağan'ın başını keserek Çin sarayına yollar. O zamana kadar Uygurların hâkimiyetinde olan Basmıllar bu başarılarından dolayı bağımsızlıklarını ilân ederler ve hükümdarları Ötüken'de Kağan olarak başa geçer. Fakat Uygurlar bu kağanı tanımazlar ve Uygur Yabgusu Karlukların yardımıyla da Basmıl Kağanını yener ve kendisini öldürür. Böylece Ötüken bölgesinde yeni bir Kağanlık kurulmuş olur.
744 senesinde Ötüken'de kurulan yeni devletin ilk kağanı Çin tarihlerinde Ku-tu-lu Pi-Chia Chüeh Ko-han olarak geçen "Kutlug Bilge Kül Kağan"dır. Tang imparatoru tarafından kendisine "Feng-ı Wang" adı ve daha sonra da "Huai-jen" ünvanı verilmiştir.
Tang Sülâlesi tarihçileri, Kutlug Bilge Kül Kağan zamanında Uygurların, Altay dağlarından, Baykal gölüne kadar uzanan bir bölgede hüküm sürdüklerinden bahsetmektedirler. Uygurlar bu devirde, kendilerine başşehir olarak, o zamanlar "Ordu-balıg" denen ve Hunlar zamanından beri bilinen, Yukarı Orhun nehri üzerinde bulunan "Kara Balgasun" şehrini seçmişlerdir.
Kutluk Bilge Kül Kağan 747 senesinde ölünce yerine oğlu Moyunçor Kağan başa geçmiştir. Bu Kağan zamanında Uygurlar, Batı'da Türgeşlerle mücadele etmişler ve bunları hakimiyetleri altına alarak sınırları batıda Sir-Derya nehri boylarına kadar genişletmişlerdir. Kuzeyde ise, Kem nehri aşılarak Kırgızlar ile kendilerine bağlanmıştır. Moyunçor zamanında en önemli siyasi münasebetler Çinliler ile olmuştur.
759 senesinde Moyunçor Kağan ölünce yerine Uygurlardaki veraset geleneklerine göre büyük oğlunun geçmesi lâzımdı. Fakat büyük oğul bilmediğimiz bir sebepten dolayı öldürülmüş ve yerine Moyunçor'un küçük oğlu Kağan olarak başa geçmiştir. Çinliler tarafından "Teng-li Mou-yü" (Tengri Mou-yü) diye isimlendirilen bu kağanın birkaç tane isminin olduğunu biliyoruz. Bu isimlerden en tanınmışları "Bugu" veya "Bögü" ile "Tengri"dir.
780 senesinde Tun Baga Tarkan, Bögü Kağan'ı öldürerek kendisini kağan ilan etmiştir. Kağan olduktan sonra, ilk iş olarak derhal Çin ile siyasî münasebetlerinin düzeltilmesi yolunu seçmiş ve bunda da muvaffak olmuştur. Çinliler tarafından kendisine "Alp Kutlug Bilge Kağan" unvanı verilmiştir.
Kutlug Bilge Kağan'ın başlıca faaliyetlerini şöyle sıralayabiliriz. Tibet ve Karlukların Uygurlara karşı teşkil ettikleri çeteleri ortadan kaldırmış, Karlukları tamamen kendine tâbi kıldıktan sonra, Turfan bölgesine inmiştir. Burada da Tibet ve Karluk çeteleriyle karşılaşmış ve bunları da tamamen ortadan kaldırdıktan sonra, şehirleri geri alarak asayişi bozmayan bölge halkını ödüllendirmiş, asayişi bozanları ise şiddetle cezalandırmıştır.
Kutlug Bilge Kağan'ın en büyük icraatı Kırgız seferidir. Kırgız seferi kendi adını ebedîleştirmiştir denilebilir. Orta Asya'nın kuzeyinde oturan ve bir Türk boyu olan Kırgızlar, cesur ve kuvvetli idiler. Uygurlar bugünkü Turfan bölgesine kadar hâkim olunca, Kırgızların güney bölgeleriyle ilişkileri hemen hemen kesilmişti. Bu yüzden Kırgızlar daha kuzeye çekilmek zorunda kalmışlardır.
Kutlug Bilge Kağan 805 senesinde ölünce, yerine "Ay Tengride Kut Bulmış Alp Külüg Bilge Kagan" geçmiştir. Bu Kağan'ın önemli faaliyetlerini şöyle sıralayabiliriz. Doğu Türkistan'ın önemli şehirlerinden birisi olan Kuça'yı Tibetlilerin elinden kurtarması ve Maniheizm'in Uygurlar arasında yayılması için göstermiş olduğu gayret.
Ay Tengride Kut Bulmış Alp Külüg Bilge Kağan ölünce, yerine bir evvelki kağan'ın küçük kardeşi 821 senesinde kağan olmuştur. Bu kağan'ın unvanı "Ay Tengride Kut Bulmış Bilge Kağan"dır. Uygurların ilk devrinden itibaren 21. kağanı olan bu kişinin bir başka ismi de "Kasar Tegin"dir.[21]
Kasar Tegin başa gelince Çinlilerle bir evlilik yoluyla akrabalık kurmak istemişti. Daha önceleri de gördüğümüz Çinli prenseslerle evlenerek bir akrabalık bağı tesis edilmesini her iki toplum, özellikle Çinlilere yararlar sağlayacağı aşikârdır. 821 senesinden sonra, Uygurlarda siyâsi yönden genel bir bozukluk görülmektedir. Uygurlardaki bu iç karışıklıkları Mani dinine bağlayanlar olduğu gibi, meydana gelen sülâle değişmesinin de rol oynadığını ve Çin'in olumsuz etkisinin de olduğunu söyleyenler vardır.
Kasar Tegin bütün maiyetiyle birlikte öldürülmüştür. Yerine 832-839 seneleri arasında başa geçen manevi oğlu "Hu-te-le" kağanlık yapmıştır. "Ay Tengride Kut Bulmış Alp Külüg Bilge Kağan" unvanını almıştır. Bu dönemde iç karışıklıklar hat safhaya gelmiş ve bu arada büyük bir kış mevsiminden sonra, hayvanların pek çoğu telef olmuştur. Bu durum ise Uygur ekonomisini oldukça sarsmış ve Çin'e satacak mal bulamaz duruma gelmişlerdir.
Hu-Te-le kağan 839 senesinde ölünce yerine Wu-Tu-Kung ile aynı senede Wu-Chie Kağan başa geçmiştir.[22]
840 senesine gelindiğinde, 100 bin kişilik bir Kırgız ordusunun Uygur başkenti Karabalgasun'u kuşatarak, son Uygur kağanı olan Wu-Chie'yi öldürdüklerini görüyoruz. Uygurlar, Kırgızlar tarafından büyüklü küçüklü kılıçtan geçirilmişlerdir. Kırgızlar böylece belki de Moyunçor ve Kutluk Bilge zamanlarında uğradıkları yenilgilerin intikamını almış oldular. Bu savaştan kurtulan Uygurlar çeşitli yönlere hareket ederek yeni yurt edinmek için çaba harcamışlardır
2. Hanlıklar Dönemi
2.1. Şa-Çu (Sha-Chou) Uygurları
Kırgız yenilgisinden sonra oturdukları bölgelerden hareket ederek Asya'nın daha güney bölgelerine, Çinin Batısı'na gelip yerleşen Uygurlardan bir grup Sha-Chou şehrine gelmişlerdir.[23] Sha-Chou Uygurlarına Çinliler, Maniheizm dinini benimsemiş olmalarından dolayı ve bunların beyaz elbise giymelerinden kendilerine "Beyaz giymiş göğün oğulları" ismini takmışlardır.[24] Ayrıca bu bölgenin çok önemli şehirlerinden biri olan Dun-huang'ın Sha-Chou'ya çok yakın olması zaman zaman Sha-Chou şehrine Dun-Huang denmesine yol açmıştır.
Sha-Chou Uygurları hakkında kaynaklarda pek fazla bilgi yoktur. Bunların siyasî hâkimiyetleri çok kısa sürmüştür. İlk önce Liao (Kıtan)lara ve daha sonra da Şi-Şia (Tanggut) devletlerinin hâkimiyetlerini tanımışlardır. Diğer taraftan Sha-Chou Uygurları ile Kan-Su (Kan-Chou) Uygurları arasında muhtemelen Mani dininden dolayı zaman zaman anlaşmazlıklar çıkmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Mani dinini kabul etmeyen bir kısım Sha-Chou Uygur halkı, Kan-Su Uygurlarından yardım istemişlerdir; onların Kan-Su Uygur kağanına mektup yazarak kendisinden yardım istediği bilinmektedir.[25] Bu bölgenin önemi Çin ile Orta Asya arasındaki ticaret yolunun üzerinde bulunmasından ileri gelmektedir.
2.2. Kan-Su Uygurları
Bugünkü Kansu şehrinin yakınında kurulan Kan-Su Uygur devleti, bilhassa X. yüzyılın ortalarından itibaren Uygurların kuvvet merkezi hâline gelmiştir. Bu Uygurlar da Sha-Chou Uygurları gibi, XI. yüzyıldan sonra, Tangut ve Kıtanların hâkimiyetlerini tanımışlardır. Kan-Su Uygurlarına aynı zamanda "Sarı Uygurlar" da denilmektedir.
840 tarihinden sonra Uygurların bir kısmının Tibet ve An-Shi bölgesine göç ettikleri bilinmektedir. Bu bölgenin merkezi ise, Kansu (Kan-Chou) şehri idi. Kansu şehri bilhassa, Çin ile bugünkü Doğu Türkistan arasındaki ticaret yolu üzerinde bulunuyordu. Uygurlar bu bölgeye gelmeden önce, bu bölge ve ticaret yolu, Tibetlilerin eline geçmişti. Bu bölgeye gelip yerleşen Uygurların askerî bakımdan çok zayıf olduklarını Çin kaynakları bahsetmektedirler.
Bu bölgenin asıl özelliği Budizmin en fazla yayılmış olduğu bir yer ve Dun-huang mağaralarının bulunmasındandır. Bu sebeple Uygurların eski dini Maniheizmin burada daha çok yaşanmış olması ve Uygurların yeniden Budizm dinine bir dönüş yapmış olmaları çok muhtemeldir. Budist kitaplarının Sarı Uygur Kağanını "Gök Hükümdarı" diye anmaları ve onuncu yüzyılın başında buradan Çin'e gelmiş olan rahiplerin yeşil cübbe giymiş olmaları da, onların çoktan Budist olduklarını gösteren deliller olması lâzımdır.
Dokuzuncu yüzyılın sonunda Turfan Uygurları tarafından Doğu Türkistan'dan kovulan Tibetliler Kansu'ya gelmişler ve Sarı Uygurların başına ciddî olarak dert olmuşlardır. Çinlilerle beraber Tibet tehlikesini de atlatan Sarı Uygurlar, ancak onuncu yüzyılın başlarında rahat nefes alabilmişlerdir.
911 tarihinde Sarı Uygurların ilk defa olarak askerî bir harekete geçtiklerini ve mabetlerin bulunduğu Dun-huang (Bin Buda) şehrini zaptettiklerini Çin kaynaklarından öğreniyoruz. Bu hareket daha ziyade, Maniheist bir geleneğe sahip olan ve Sarı Uygurlarla Turfan Uygurları arasında kurulmuş küçük bir Çin devletine karşı yapılmış akındır. Bu devletçik "Beyaz elbise giyen imparatorun devleti" idi. Sarı Uygurların bu başarıları üzerine itibarları da çok artmıştır.[26]
923 senesinde Kan-Su veya Sarı Uygurların başında Jen-Mei kağan bulunuyordu. Jen-mei kendileri için büyük tehlike oluşturan Tibetlilere karşı Çin'le bir anlaşma yapmıştır. Çinliler de sınırlarının güvenliolması için Sarı Uygurlara güvenmişler ve bu anlaşmayı imzalamışlardır.
924 senesinde Jen-mei ölünce yerine kardeşlerinin en küçüğü Tegin "kağan" oldu. 924 ile 928 seneleri arasında Uygurlar arasında karışıklıkların çıktığını görüyoruz. Artık Sarı Uygurlar, kendi iç işleriyle uğraşmaya başlamışlardı. Öyle anlaşılıyor ki, Sarı Uygurlar, batıdan gelen malları alıyorlar ve kendi kervanları ile Çine götürüyorlardı. Dar bir sahada yaşayan bu Uygurların hayatlarını devam ettirebilmeleri için ticaretin büyük önemi vardı.
933 senesinden sonra, Tibetlilerin Uygur kervanlarını soymaları üzerine başlayan Tibet harpleri, Uygurların kendi menfaatlerini korumak maksadıyla yapılan mücadelelerdir. Diğer taraftan Çinlilerin bu savaşlarda Uygurların yanında olması da kendi çıkarlarını Tibetlilere kaptırmamak içindir.
Sarı Uygurların daha önce kurulmuş olan Türk devletleri gibi fütuhat politikası yoktu. Belki bunun tek sebebi Sarı Uygurların artık yavaş yavaş yerleşik hayata geçmiş olmalarıdır. Onların tek amacı Kan-Chou (Kansu) şehrinde barış içinde oturup, yabancıların baskın ve istilâsına uğramadan kervanlarını gönderebilmekti. Bu sebeple Çin ile daima dostluk içinde yaşamışlar ve kendileri için en büyük tehlike olan güneydeki Tibetlilere karşı cephe almışlardı.[27]
2.3. Turfan Uygurları
840 tarihinden sonra güneyde yeni bir devlet kuran Uygurlar arasında Orta Asya Türk tarihinde çok önemli bir yeri olan Gao-Chang şehrinde yerleşen Uygurlar olmuştur. Bu Uygurlar "... artık Bozkır Türk devletinden farklı idiler: hâkimiyeti genişletme düşüncesinde olmamış, büyük siyasî çatışmalara girmemiş, başta Çin hükûmetleri olmak üzere, komşuları ile dostluk ve ticaret münasebetlerini devam ettirmeyi tercih etmişlerdir".[28]
Batıya gelmiş olan Uygurlar, başlangıçta yalnız Turfan ve Beş-Balık bölgelerinde yerleşmişlerdi. Çin sınırında sayısız felâketlere uğrayan 13 Uygur boyu da batıya geçmiş ve Turfan Uygurlarına karışmışlardır. Turfan bölgesine gelen Uygurlar son Uygur kağanının kız kardeşinin oğlu olan, Mengli Tigin'i[29] 856 yılında kağan seçmişlerdi. Mengli Tigin'in kağanlığı Çin tarafından da tanınmıştı. Çin kaynaklarında Turfan Uygurları için "Shi-Zhou" Uygurları da dendiğini görüyoruz. Bunun sebebi ise, Tang sülâlesi zamanında Gao-Chang olarak bilinen şehrin 460 senesinde Çin'in bir eyaleti hâline getirildiği zaman, isminin Shi-Zhou olarak değiştirilmesindendir. Mengli Tigin Uygur kağanı olunca Ulug Tengride Kut Bolmış Alp Külüg Bilge Kagan unvanını almıştı.[30] O da tıpkı ataları gibi bir unvan taşıyordu.
866'larda Turfan Uygurlarının başında Bugu Chün bulunmaktadır ve o Turfan'ı fethetmiştir. Batıdaki sınırlarını Tanrı dağları üzerindeki Ürümçi şehrine kadar uzattılar. Kansu'daki Çin askerî kuvvetlerinin Çin İmparatoruna isyan etmeleri üzerine Uygurlar sınırlarını doğuda Çin topraklarına genişletme imkânına sahip oldular. Böylece Tanrı dağlarının doğu ucunda ve ticaret yollarının geçtiği Kumul şehri de Uygurların eline geçmiş oldu.[31] 947'lerde Turfan bölgesi Uygurlarının başkentinin Koço olduğu ve 948 yılında başa geçen Uygur hanının unvanının İdikut olduğu Koço'da bulunan bir kitabeden anlaşılmaktadır ve başkente de İdi Kut şehri deniyordu.[32] Turfan ve Beş-Balık'taki Uygur hanedanının sınırları kesin olarak çizilemiyorsa da, bu hanlığın dâhilinde birçok Türk boyu yaşıyordu.
981 senesinde Kara-Koço'ya gönderilen Çin elçisi Wang Yen-te'nin seyahat notları kültür tarihimiz açısından oldukça önemlidir. Wang Yen-te Uygurlara Sung devleti tarafından, Kıtanların kuvvetlenmesi üzerine gönderilmişti. Sunglar Kıtanlara karşı Uygurlarla andlaşma yapmayı plânlıyorlardı. Ancak Çinliler fazla birşey elde edemedi. Çünkü bu yıllarda savaştan çok ticaretle uğraşan Türkler, hem Çin'i açıkça reddetmişler, hem de onlarla andlaşma yaparak Kıtanları kızdırmamışlardır. Bu Uygurlar 10. yüzyıldan itibaren gelişen ve 11-12. yüzyıllarda olgunluğa erişen Türk medeniyetinin kurucusu olmuşlardı. Bilhassa Mani dini Turfan ve Beş-Balık Uygurları arasında epeyi rağbet görmüş ve birçok eser bırakmışlardır.[33] Turfan Uygur devleti önce Kara-Hıtay devletine bağlandı (1206). Uygur kağanı, Kara Hitay hükümdarı Yeh-lü Ta-Shi'yi kendi başkentinde üç gün misafir etmiş ve Yeh-lü Ta-Shih ülkesine döndüğü zaman 600 at, 100 deve ve 3.000 koyun hediye etmiştir.
Hitay devletinin kurucusunun karısı da bir Uygur prensesi idi. Devletin idaresinde ve savaşlarda kocası kadar rolü olan bu imparatoriçe, 924 senesinde kendisine gelen Uygur elçisine özel bir karşılama yapılmasını istemişti. Bu arada Uygur alfabesinin Hıtay devletinin resmî yazısı olmasında da büyük tesir yapmıştır. Hıtay devletinin ileri gelenleri arasında da birçok Uygur vardı.[34]
2.3. Karahanlı dönemi
Karahanlılar tabiri Doğu ve Batı Türkistan'da hüküm sürmüş olan ilk İslamî Türk sülâlesine (840-1212) Avrupalı oryantalistler tarafından kendi unvanlarındaki kara "kuvvetli" kelimesinin çok sık geçmesinden dolayı verilen bir isimdir. Bu sülâle için ilmî eserlerde kullanılan diğer bir isim, yine karakteristik bir unvandan dolayı, ilek (ilig) Hanlar tabiridir. Ayrıca bu sülale muasır İslâm kaynaklarında el-Hakaniye ve Al-Afrasiyab gibi isimlerle de zikr olunmuştur. Onların menşei hakkında 7 muhtelif nazariye vardır ve Karahanlılar tarihi üzerindeki başlıca otorite O. Pritsak bu sülâleyi A-shi-na hanedanının bir kolu olan Karluk hanedanına bağlamaktadır.
840'da Uygur Devletinin Kırgızlar tarafından yıkılması üzerine Karluk Yabgusu kendisini bozkırlar hâkiminin kanunî halefi ilân ederek Karahanlılar Devleti kurdu. Bir başka iddiaya göre Karahanlılar Devleti Yağmalar tarafından kurulmuştu[35]. Bu devlet kavimleri yarı yarıya bölen Altay sistemine uygun olarak iki kağan idaresinde iki kısma ayrıldı. Arslan Kara Hakan unvanını taşıyan doğu kısmının hâkimi büyük kağan, nazarî olarak , bütün Karahanlıların hükümdarı idi ve Kara-Ordu'da yerleşmişti. Buğra Kara Hakan unvanını taşıyan batı kısmının hâkimi ise, ortak kağan olarak önce Taraz'da oturmuştu. Bu iki kağandan başka devlet idaresinde dört alt kağan ile altı hükümdar vekili yer almakta idi. Bu hükümdarlar zümresi aynı hanedana mensup idiler ve birbirine bağlı olarak kademe kademe yükselmekteydiler. O. Pritsak'ın bu görüşüne karşı, ülkemizde bu konudaki araştırmaları ile tanınan Reşat Genç'in tezi başka şekildedir. Ona göre, Karahanlıların Türk idare geleneğinin bir icabı olarak "ikili teşkilât" esasına göre idare edildiği ileri sürülmüştür. Buna uygun olarak devlet, doğu ve batı olmak üzere iki idarî kısma ayrılmıştı. Doğu kısmının hâkimi büyük kağan bütün Karahanlıların hükümdarı idi. Batı kısmı ise büyük kağanın yüksek hâkimiyetini tanımak kaydıyla başka bir hanedan azası tarafından idare ediliyordu. Devletin her iki kısmındaki müstakil vilâyetler ise hanedana mensup şehzade veya askerî valilerin idaresine veriliyordu. Karahanlı Devleti 1041/1042 yılarında doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldıktan sonra da, her iki devlette de ikili idare geleneği bir süre devam etmişti. Doğu ve Batı Karahanlı devletleri içindeki vilâyetlerin idaresinde yine hanedan üyesi şehzadeler görevlendirilmekteydi .
Karahanlıların ilmî bakımdan pek aydınlık olmayan başlangıç devresi için tespit edilebilen ilk kağan Bilge Kül Kadır Han'dır ve Samanîler ile mücadele etmiştir. Onun iki oğlundan Arslan Han Bazır büyük kağan sıfatı ile Balasagun'da, Kadır Han Oğulcak ise ortak-kağan olarak Taraz'da devleti idare ettiler. Samanilerden İsmail b. Ahmed (892-907) uzun bir muhasaradan sonra Taraz şehrini zaptetmişti (Mart-Nisan 893). Bu durum karşısında Oğulcak merkezini Kâşgar'a naklederek Samanî hâkimiyeti altındaki bölgelere akınlara başlamıştır. Onun yeğeni Satuk Buğra'nın, Karahanlılara sığınmış Ebü Nasr adlı Samanî prensi veya İslâm sufî vaizleri ile karşılaşması İslâmı kabulüne sebep olmuş ve devletin kaderini değiştirmişti. Belki de Taberistan'daki Ali evlâdından İmam el-Hasan b. Ali'nin kumandanı Leyla b. Numan'a karşı Samanilere yardım eden Buğra Han idi. Eğer kaynaklarda adı geçen Buğra Han, Karahanlılar hükümdarı ise 921 yılında Samanî emiri II. Nasronu yardıma çağırmıştı. Merv şehri civarında yapılan savaşta aralarında Buğra Han'ın da bulunduğu Samanî kuvvetleri Leyla b. Numan'ı mağlup ve esir ettiler. Leyla b. Numan daha sonra öldürüldü. Satuk Buğra amcasına karşı taht mücadelesini kazandıktan sonra kendi devleti içinde İslâmiyeti resmen kabul etmiştir (muhtemelen 333/944-45). Bu olay Batı Karahanlıların dinî durumunu değiştirdi. Satuk Buğra Müslüman ismi olarak Abdülkerim'i almışti O aynı hanedan idaresindeki gayr-i Müslim Karahanlılara karşı mücadelede Müslüman gönüllülerden de istifade etmişti. Satuk Buğra 344/955-6 yılında öldü ve Kâşgar'ın kuzeyindeki Artuç'da gömüldü .
Satuk'un oğlu Musa, doğu kağanı Arslan Han'ı yenerek sülâlenin bu kolunu ortadan kaldırmış ve bütün Karahanlı Devletini İslâmlaştırmaya muvaffak olmuştur. Bundan sonra İslâm dininin Türkler arasında yayılması artık bir cihat mahiyetini almıştı. Bir diğer görüşe göre, Musa çok kısa bir hükümdarlıktan sonra ölmüş, yerine kardeşi Baytaş Arslan geçmiş ve Karahanlı Devletinin bütünüyle Müslüman olması Baytaş Han zamanında olmuştu. Ayrıca 349/960 yılında Müslümanlığı kabul eden 200.000 çadırlık Türk halkı, Karahanlılar hâkimiyeti altındaki topraklarda yaşamaktaydı. Baytaş'ın (veya Musa'nın) yerine geçen oğlu Ebu'l-Hasan Ali'nin Karahanlı Devletine komşu sahalarda yaşayanları İslâmlaştırmak için açılan, savaşların birinde şehit düşmüş olması muhtemeldir (998). Bu sırada devletin batı kısmını idare etmekte olan yeğeni (veya kardeşi) Buğra Han Hatun 990'da İsficab'ı zabtetmiş ve daha sonra da Samaniler'in başkenti Buhara'ya girmiştir (Mayıs-Haziran 992). Onun bu şehre gelişinde Samanilerin Horasan valisi Ebu Ali Simcuri'nin rolü olmuş ve aralarında gizli bir anlaşma yapmışlardı. Buna göre her ikisi Samanilerin arazisini paylaşacaklardı. Buğra Han daha sonra bu anlaşmaya uymamış, fakat hastalanarak bu şehri terk etmek zorunda kalmıştı. Onun bu şehirden ayrılışında muhtemelen Samanilerin yardımına gelen Arslan b. selçuk'un idaresindeki Oğuzların da rolü olmuştur. Buğra Han Kâşgar'a dönerken yolda ölmüştür .
998'de ölen büyük kağan Ebu'l-Hasan Ali Arslan Han'a oğlu Ahmet halef oldu . Ahmet Karahanlı hükümdarları içinde Abbası halifesini ilk tanıyandır. Onun zamanında Samaniler ve öteki vassallarr ile münasebette olan ve batı kısmını idare eden kardeşi Ebu'l-Hasan Nasr b. Ali idi. Nasr Özkend'de oturmaktaydı ve daha önce 996'da Samani kumandanlarından Faik'in teşviki ile bu devlet topraklarına hücum etmişti. Fakat Gazne hâkimi Sebüktegin (977-997)'in aracılığı ile bu iki devlet anlaşma yaptılar. Bu anlaşmaya göre, Samanîler Sir Derya (Seyhun) sahasını Katvan çölüne kadar Karahanlılara bırakıyorlar, Faik ise Semerkand valisi oluyordu. Faik daha sonra Karahanlı kuvvetleri ile Buhara'ya girdi ise de (997), Samanî emiri II. Mansur ile anlaşarak onun tekrar adı geçen şehre dönmesini sağladı. Nihayet Nasr 999 yılında Buhara'yı zabt etti ve Samanî hanedanı mensuplarını Özkend'e götürdü. Daha sonra Samanilerden İsmail el-Muntasır'ın hapis olduğu yerden kaçarak atalarının devletini diriltmek için giriştiği teşebbüsler başarısız kaldığı gibi, bu hareket ölümüne de sebep olmuştu (1005). Nasr b. Ali'nin Gazneli Sultan Mahmud (998-1030) ile yaptığı anlaşmada ise, iki devlet arasında hudut Amu Derya (Ceyhun) olarak tespit edildi (1001). Ayrıca aradaki dostluğu kuvvetlendirmek için Mahmut (998-1030) ile yaptığı anlaşmada ise iki devlet arasında hudut Amu Derya (Ceyhun ) olarak tespit edildi (1001). Ayrıca aradaki dostluğu kuvvetlendirmek için Mahmud, Nasr'ın kızı ile evlendi. Fakat Nasr, Samanilerin bütün mirasına konmak ve Horasan'ı ele geçirmek istiyordu. Sultan Mahmud'un Hindistan'da meşgul olmasından faydalanarak bu arzusunu gerçekleştirmek üzere harekete geçti. Bu maksatla kardeşi Ca'fer ve Sübaşı Tegin idaresinde Horasan'a gönderdiği kuvvetler Sultan Mahmud ile kardeşi Nasr tarafından mağlûp edildi (1006). Nasr b. Ali aileden Hotan hâkimi Yusuf Kadır Han b. Harun'dan yardım istedi. Gazneli Sultan Mahmud Belh ovasındaki savaşta bu birleşik Karahanlı kuvvetlerini tekrar hezimete uğrattı (5 Ocak 1008). Bu muvaffakiyetsizlik Karahanlılar arasında aile kavgalarına yol açtı. Nasr b. Ali bağımsızlığını ilân etmek istedi. Büyük kağan Ahmed b. Ali (Toğan Han) ise ona karşı Sultan Mahmud'la dost oldu. Neticede iki rakip, Mahmud'un aracılığına başvurdular. Nasr b. Ali 1012/1013 tarihinde öldü ve yerine üçüncü kardeşi Mansur geçti.
Ahmed b. Ali'nin ağır hastalığı sırasında muhtemelen kardeşi Mansur kendisini büyük kağan ilân etti. Öteki kardeşi Muhammed de Mansur'un hâkimiyetini tanıyordu. Ahmed bu iki kardeşine karşı harekete geçti. Onun tarafından Yusuf Kadır Han ile Ali Tegin vardı. Ali Tegin bu mücadele sırasında Mansur b. Ali'nin eline esir düşmüş olmalıdır. Karahanlılar Harezmşah Ebul'-Haris Muhammed ile gazneliler arasında önce arabuluculuk yaptılarsa da, daha sonra Mahmud'u Harezm'i işgalini kabul etmek zorunda kaldılar (1017). Büyük kağan Ahmed b. Ali hasta yatağından kalkarak Balasagun'a 8 günlük mesafeye yaklaşan 100.000 çadırdan fazla gayri müslim göçebeyi yendikten sonra, 3 ay müddetle Turfan'a kadar takip etmişti. o, bu zafer dönüşünden kısa bir müddet sonra ölmüştür (1017/1018).
Ahmed b. Ali'nin ölümünden sonra yerine geçmek isteyen iki namzed vardır. Bunlardan Yusuf Kadır Han Gazneli Mahmud'dan yardım istedi ise de, umduğunu bulamadı. Sultan Mahmud ona yardım için göstermelik bir sefere çıkmış, fakat Ceyhun nehrini geçtikten sonra geri dönmüştü. Neticede Yusuf Kadır Han rakibi Ebu'l - Muzaffer Mansur b. Ali ile anlaştı. Bu iki Karahanlı hükümdarı birleşerek Horasan'a bir sefer yaptılarsa da, Belh civarındaki savaşta Sultan Mahmud onları ağır bir mağlûbiyete uğrattı (1019/1020). Karahanlı kuvvetlerinin dönüşü sırasında pek çok asker Ceyhun nehrini geçerken boğuldu. Bu durumda Yusuf, Sultan Mahmud ile tekrar barışmak zorunda kaldı.
Arslan İlig Ebu Muhemmet b. Ali devlet içinde en kuvvetli duruma gelmişti ki, Ahmet b. el-Hasan ona karşı çıkarak Özkend'i zapt etti (1019/1020). Bu sırada Mansur b. Ali'nin elinden kurtulmaya muvaffak olan Ali Tegin, Arslan b. Selçuk'un yardımı ile Buhara'yı ele geçirdi (1020/1021) ve burada hüküm sürmeye başladı. Öte taraftan sofi bir zat olduğu anlaşılan Mensur b. Ali kağanlığı terk ederek derviş oldu (1024/1025). Onun yerine Yusuf Kadır Han geçti. Muhammet b. Ali'nin ise ağabeyinin tahttan ayrılmasından önce Ali Tegin ve Arslan Yabgu önünde mağlûp ve aşağı yukarı bu sıralarda ölmüş olduğu anlaşılıyor. Yusuf 'a karşı iki kardeşin birleştiğini görüyoruz; bunlardan Ahmed kendisini büyük kağan ilân ederken, Ali Tegin de ona yardımcı oldu. Yusuf için tekrar Gazneli Mahmud ile anlaşmaktan başka bir çare kalmamıştı. Samarkand civarında buluşan bu iki hükümdar, Karahahlıları ilgilendiren meselelerin yanı sıra Arslan b. Selçuk ve emrindeki Oğuzların da Horasan'a nakledilmesi hususunda karara vardılar. Ayrıca iki hanedan arasında akrabalık tesis edilmesi kararlaştırıldı (1025). Sultan Mahmud bir hile ile Arslan b. Selçuk'u yakalattı ve Hindistan'da Kalıncar kalesinde hapsettirdi. Ali Tegin ise bozkırlara kaçtı, ancak Mahmud'un ülkesine dönmesi üzerine tekrar Buhara ve Samarkand'a hâkim oldu. Sultan Mahmud eski Samanî topraklarını hâkimiyeti altına aldı ve Karahanlıların Abbasî halifesi ile münasebetlerinin kendisi vasıtası ile olacağı hususunda onlarla bir anlaşma yaptı. Öte taraftan Yusuf Kadır ve oğullarının talihleri açılmıştı, önce Özkend'i (1025), sonra da başkent Balasagun'un ele geçirmeyi başardılar (1025). Ahmed b. el-Hasan da Yusuf'un hâkimiyetini tanıdı.
Gazneli hükümdarı Mahmud 1030 yılında ölmüş ve yerine oğullarından önce Muhammed, kısa bir mücadeleden sonra da Mes'ud geçmişti. Sultan Mes'ud'un 1031 yılı baharında, tahta çıkışını haber vermek ve iki hanedan arasında dostane münasebetler kurmak için gönderdiği, elçilik heyetini Yusuf Kadır Han iyi karşılamadı. Ancak onun ölümü (Aralık 1032/Ocak1033) ve yerine oğulları Arslan Han Süleyman ile Buğra Han Muhammed'in geçmesi üzerine Sultan Mes'ud'un gönderdiği elçi heyeti anlaşmayı yapmaya muvaffak oldu. Daha sonra Gazneli prensesi Zeyneb'in Buğra Han Muhammed'e eş olarak verilmemesi sebebiyle iki hanedan arasında çıkan anlaşmazlığı da, Mes'ud yeniden gönderdiği bir elçi heyeti ile bertaraf ederek iki kardeşle tekrar anlaştı.
Ali Tegin ve Karahanlı Devleti'nin Bölünmesi:
Gazneli Sultan Mes'ud tahta geçmeden önce Ali Tegin'den yardım istemiş, buna mukabil de ona Huttal'i va'd etmişti. Ancak Mes'ud tahta çıktıktan sonra sözünde durmadığı gibi Maveraünnehr'i Ali Tegin'den alarak oraya Buğra Han Mahmud b. Yusuf'u yerleştirmeğe karar verdi. Ali Tegin'e karşı Harezmşah Altuntaş idaresinde kuvvet gönderdi. Altuntaş, Ali Tegin'le Debusiye'de savaştı ve ağır bir şekilde yaralanmasına rağmen, müsait bir anlaşma yapmaya muvaffak oldu ve bundan hemen sonra öldü (1032). Altuntaş'ın halefi Harun ise Sultan Mes'ud'a karşı Ali Tegin ile avlaştı (1034). Ali Tegin'in ölümünden (1034) sonra yerine Yusuf geçti. Yusuf, Harun ile beraber, Sağaniyan'ı zabtederek Tırmiz'i muhasara etti. Ancak Harun'un, Gazneliler tarafından tertiplenen bir suikast sunucu öldürülmesi (1035), Yusuf'un geri çekilmesine sebeb oldu. Bunda onun beraberindeki Selçukluları darıltmasının da rolü vardı. Yusuf bundan sonra anlaşmak için Sultan Mes'ud'a müracaat etti. O Huttal'dan vaz geçiyor ve kendisini Arslan Han Süleyman b. Yusuf ile barıştırması için Mes'ud'un aracı olmasını istiyordu. Ayrıca iki hanedan arasında tekrar evlenme yolu ile akrabalık tesis edildi. Yusuf'un durumunu tehlikeye sokan başka bir olay da Nasr b. Ali'nin iki oğlu Muhammed b. Nasr 1036/1037'de Özkend'de sağlam bir şekilde yerleşmeğe muvaffak oldu.
İbrahim'in Vahş ve Huttal gibi şehirlere akınlar yapması üzerine, Sultan Mes'ud ona karşı kuvvet sevk etti ise de, bir netice elde edemedi (1038/36). İbrahim Türkmenlerden de yardım aldı ve Ali Tegin oğullarının elinde bulunan Kiş ,Soğd ve Buhara'yı zabt etti. Ali Tegin'in oğulları Yusuf Kadır Han'ın oğullarının yanına sığındılar. Muhammed büyük kağan unvanı alarak kardeşi İbrahim ile kendilerini Yusuf Kadır Han kolundan ayırmışlar ve bu suretle aşağı- yukarı 1041/1042'den itibaren doğu ve batı olmak üzere iki Karahanlı Devleti meydana gelmiştir.
Batı Hanlığı Maveraünnehir ve Hocend'e kadar batı Fergana'yı içine almaktaydı. Büyük Kağan'ın merkezi önceleri Özkend, sonra Semerkand olmuştu. Doğu Hanlığı'nın hududları içinde Talas, İsficab, Şaş, doğu Fergana , Semireçye ve Kâşgar bulunmaktaydı. Büyük Kagan'ın başkenti Balasagun idi. Doğu Hanlığı'nın dinî ve kültür merkezi ise Kâşgar idi. Bilhassa bu şehir Ebu Ali el-Hasan b. Süleyman zamanında en parlak devrini yaşamıştır.
2.4. Kara Hitaylar dönemi
Liao hânedanının inkirâzı üzerine, Çinlilerin büyük bir kısmı gâlip Cürcenlerin (Müslüman kaynaklarında: Çürçit) hâkimiyetini kabul etmiş ve Ye-Lu-Ta-Shi idâresi altında bulunan küçük bir kısmı Batı Moğolistan'daki birçok kavimleri içine almak ve onlar tarafından desteklenmek suretiyle, Asya'nın merkezi olan Türkistan'da Kara-Hitay ismi altında, 1124-1211 yılları arasında 88 yıl süren bir imparatorluk kurmuştur. Coğrafî sahası ve içtimaî teşekkülü ile Çinlilerinkinden tamamiyle farklı olan bu devlet, Moğol istilâsından önceki Orta Asya'nın siyâsi, askerî ve kültür durumunu aydınlatması bakımından mühim bir yer işgal etmektedir. Çin kaynaklarında Kıtay kavmine VIII. asırdan itibaren tesâdüf edilmektedir. Orhon kitabelerinde Kıtay (Kıtan) kavmi, Türk sahasının doğu kısmında yaşayan ve Türklerin düşmanı olan bir kavim olarak birçok defa zikredilir. Çinlilerin verdiği malûmata göre, bunlar Mançurya'nın güney kısmında yaşıyorlardı.
X. asrın başlarında Kıtaylar fatih olarak ortaya çıktılar ve Çin'in güney kısmını hâkimiyetleri altına alarak, orada Liao ismiyle, bir hanedan tesis ettiler(916). 840'ta kuzey Moğolistan'da Uygurların yerine geçen Kırgızlar da bu hanedan'ın müessisi olan Apaoki'nin hâkimiyetini tanımağa mecbur olmuşlardır. Bu zat 924'te bizzat Karakorum'da bulunduğu sırada bir Arap, yani bir Müslüman, sefâret heyetini kabul etmiştir. Bu kayıt Müslümanların havaliye gelişini dair ilk malûmatı teşkil eder. Mamafih bu bir sefaret heyeti olmayıp sadece bir tüccar kervanından ibaret de olabilir. Liao hanedanı 960'tan beri Çin'in güneyinde baş kaldıran millî Sung hanedanına karşı muvaffakiyetler kazanmıştır. Ancak 1125'te Kıtaylar bir diğer bir Tungguz kavmi olan Cürcenler tarafından mağlûp edilmişlerdir. Daha sonra Cengiz han devrinde bir fırsatını bularak Cürcenlere karşı ayaklanmışlar ve Moğollara tâbi bir devlet olmak üzere Kıtay imparatorluğunu ihya etmişlerdir. Bu hanedan Cürcenlerden önce ve sonra da Çin kaynaklarınca bir Çin hanedanı gibi telâkki edilmiş ve adları Çin imparatorlarının lâkap ve alâmetleri ile anılmıştır. Yabancı menşeden olan bu hanedan mümessillerinin birer Çin imparatoru gibi telâkki edilmesi Çin tarihinin biricik istisnasını teşkil eder.
Çin'e yerleşmeden önce de Kıtaylar Çin kültürünü, diğer göçebe kavimlere nispetle, daha çok benimsemiş bulunuyordu. Çok miktarda şamanizm unsurları ile karşılaşmış olan Budizm, gerek Liao ve gerek Kara-Hitaylarda makbûl bir din olmuştur. Cürcenlerin de daha sonraları yaptıkları gibi, Hıtaylar da, esâsı Çin hiyerogrifleri olmak üzere, hususî bir yazı sistemi vücûda getirmişlerdir. Marquart (SPAW, 1912, s.500 v.d.) tarafından, menşe' itibârı ile garplı (belki Uygur örneğine göre) bir yazı sistemi tarzında tefsir edilmiştir. Bugüne kadar bu yazı ile yazılmış hiçbir vesika bulunamamıştır. Fakat Çin yazısı örnek tutularak vücûda getirilmiş işâretler ile yazılı eserlere mâlik bulunuyoruz[36]
Kara-Hıtay bu tâbirin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı mâlûm değildir. Bu tabirin meydana çıkmasının Kara-Hanlılar devletinin yıkılması ile ilgili olması muhtemeldir. Bu tâbirin, bir taraftan Kara-Hıtayları eski Kıtaylar ile bağlamak ve diğer taraftan bunları şarkî Kıtaylardan ayırmak üzere, iki vazife gördüğü anlaşılıyor.
Kara-Hıtay devletinin hudutları hakkında kaynaklardaki mâlûmat birbirinden az-çok farklıdır. 1219'da Orta Asya'yı ziyaret etmiş olan Yeh-lu Chu'u-ts'ai birkaç 10.000 li'den bahsediyor. Onun muâsırı olan Chang-Chun "her tarafı 10.000 li" olarak göstermekte ve daha sonra Ting Chien bunun 6.000 li genişliğinde ve 7.000 li uzunluğunda olduğunu tahmin etmektedir. Büyük olduğu işaret edilmek istenilen bu imparatorluğun batı hududu ¥güneyini ¥(Uygurlar da dahilinde kalıyor) ve kuzey hududunu ¥ediyordu. Buna göre, Kara-Hıtay devleti, merkezi Balasagun olmak üzere, geniş bir sahayı kapsamıştır.
Müslüman kaynaklarında Kara-Hıtay hukümdarları hakkında bilgi az ve eksiktir. Çin ve Müslüman kaynaklarında mevcut mâlûmatın birleştirilmesinden, Kara-Hıtay hükümdarlarının sırası ve saltanat devirleri aşağıdaki şekilde tespit edilebilmektedir. Yeh-lü-Ta-Shi daha önce idareyi eline almış ve Türkistan'a geçerek, Semerkand'da düşmanlarını mağlup ettikten sonra, imparator ilân edilmiştir. Çin kaynaklarınca kendisi 1124'ten beri hükümdar olarak tanınmaktadır.
1. Yeh-lü Ta-Shih 1124-1143 (20 yıl) (Te-Tsung)2. Kan-tien (kadın) 1144-1150 (7 yıl)3. İ-lieh 1151-1161 (13 yıl)4. Cheng 5. Chih
2.5. Cengizliler Dönemi
Cengiz devrinde bölgenin kuzeyinde Uygur, güneyinde de Doglat sülâleleri oluştu. Cengiz'den sonra da bu sülâleler Çağatay Hanlığına bağlandı.
Temuçin Moğol kabilelerini birleştirdikten sonra, 1206 yılında açılan kurultayda Cengiz Han unvanını alır[37], Cengiz Han'ın bu kurultayda kabile beylerine söylediği "Gökte iki güneş ve bir kında iki kılıç olmadığı gibi, bir hanlıkta da iki han olmaz. Gelin benimle birleşin ve benim sağ elim olun" şeklindedir.[38]
Temuçin'i Cengiz Han yapan bu kurultay öncesinde, yıl 1204, Temuçin ile Nayman kabilesinin beyi Tayang Han arasında savaş çıkmıştı.[39] Savaşta Nayman kabilesi yenilir ve dağılır. Ağır yara alan Tayang Han, kaçıp sığındığı yerde çok geçmeden ölür. Bu savaşta Cengiz Han'ın eline esir düşenlerin arasında, Tayang Han'ın yüksek dereceli beyi Uygur Türklerinden olan Tatakun da vardır. Tatakun, yanından çıkardığı altın damgayı Cengiz Han'a teslim ederek, kendisinin bu görevi yerine getirmek için, isteyerek kaçtığını ve esir düştüğünü anlatır.
Cengiz Han, bu altın damganın kendisinin adına kullanılması, aynı zamanda, Türk-Uygur dilinin, yazısının, kanun ve âdetlerinin oğulları ve beylerine öğretilmesi için Tatakun'u görevlendirir. Tatakun hizmetiyle kendini kanıtlar ve Cengiz'in halefi Ögedey'in büyük rütbeli devlet memuru olur. Tatakun'dan sonra da, Cengiz oğulları ve beylerine Uygur yazısını öğreten Uygurların adı kayıtlarda geçmektedir: Karayagaç Buyruk, Mihg Seris, Yolun Timur, Sucis, Şiyban.[40]
Cengiz Han hanlığını genişletmek amacıyla, 1210 yılında Alp Utuk ve Darbay adlı iki kişiyi elçi olarak Turfan Uygurlarının İdikut devletine gönderir. Turfan İdikut'u (Hanı) Barçuk Art Tegin, Cengiz Han'ın elçilerini kabul eder ve Cengiz Han'a biat ettiğini belirtmek için, gelen elçiler ile beraber Moğolistan'a elçi gönderir. Kendisi 1211 yılında Cengiz Han'ın Kerülen nehri boyundaki karargâhına giderek, Cengiz Han'ı ziyaret eder. Cengiz Han, Barçuk Art Tegin'e hediyeler verir ve kızı İl Altun Hanım'ı ona eş olarak vermeyi kabul eder.[41] Böylece Barçuk Art Tegin 10.000 kişilik birlik ile katılır. Üstün savaş yeteneklerinden dolayı Cengiz Han'ın takdirini kazanır.[42]
Türkistan, Cengiz İmparatorluğuna katılınca, Cengiz ve halefi Ögedey, imparatorluğun idaresi için, Ürgençli Türk Mahmut Yalavaç ile onun oğlu Mesut'tan faydalanırlar. Mesut'u Moğol beyleri ile beraber Türkistan'ın idaresine bırakıp, Mahmut'u Ordubalık (Pekin) şehrine götürürler. Mesut Beyin iyi bir idareci, iyi bir eğitimci olduğu, Buhara'da ve Kâşgar'da Mesudiye Medresesini kurduğu bilinmektedir.[43]
Cengiz Han ömrünün sonuna doğru, 1225 yılında imparatorluğunu dört oğluna paylaştırırken, Moğol geleneğine göre, Cengiz Han'ın esas mülkünün en küçük oğula kalması ve her oğlun arazisinin merkeze uzaklığının da yaşı ile uygunluk sağlaması lâzımdı. Cuci'nin büyük oğul olması itibarıyla en uzak bölgeyi alması gerekirdi.[44] Böylece, büyük oğul Cuci'ye Deşti Kıpçak (Kıpçak Bozkırları), ikinci oğul Çağatay'a bütün Türkistan, üçüncü oğul Ögedey'e Altay, Tarbagatay dâhil Batı Moğolistan, dördüncü oğul Tuluy'a Cengiz'in asıl yurdu verilir.[45]
Baba mülkü yukarıda bahsettiğimiz geleneğe göre taksim edilse bile, büyük han seçiminin bu gelenek ile ilgisi yoktur. Cengiz Han hayatta iken, halef olarak üçüncü oğlu Ögedey'i tayin etmiştir. Böylece 1227'de, Cengiz'in ölümünden sonra, Ögedey büyük han olarak babasının yerine geçer. 11 Aralık 1241'de, 56 yaşında Ögedey ve yine aynı yıl Çağatay ölürler. Bir müddet Cengiz'in evlâtları arasında taht kavgaları sürer. Ağustos 1246'da yapılan kurultayda Güyük babası Ögedey'in yerine büyük han seçilir. Çağatay hayatta iken, tahtına vâris ettiği büyük oğlu Kara Hülegü'nün yerine, Güyük'ün desteğiyle Kara Hülegü'nün kardeşi Yesü Möngke oturur. Mesut Bey, bu yeni hükümdarlara güvenemediği için Cuci'nin vârisi Batu'ya sığınır. Fakat, Güyük'ün ölümü üzerine, Tuluy'un büyük oğlu Mengu 1252'de açılan kurultayda büyük han seçilince, Mesut Bey tekrar Türkistan'daki eski görevine getirilir.[46]
Çağatay Hanlığının batı kısmı; Maveraünnehir halkı daha önceden çiftçiliğe dayanan yerleşik ekonomik hayata geçtiği için, o yörenin Moğolları önce Türkleşir. Çağatay Hanlığının doğu kısmı; bugünkü Doğu Türkistan'daki Moğollar, Maveraünnehir Moğollarına nispeten göçebeliği ve Moğolluğu biraz daha devam ettirir. Çağatay Hanlığının bu iki kısmındaki iktisadî ve etnik farklılaşma, gitgide hanlığın siyasî ve manevî varlığının parçalanmasına yol açar. Maveraünnehir insanları kendilerini "Çağataylılar" diye adlandırıp, doğudaki Moğolları "haydutlar" olarak görürler. Doğudaki Moğollar ise, batıdakileri hulmuk "melez", kendilerini "asil Moğol" olarak kabul ederler.[47]
Çağatay Hanlığı ikiye bölündüğünde, batıda Timur'un mensup olduğu Barlas kabilesi ve onun nüfuzu Maveraünnehir'de ne ise, doğudaki Duğlat kabilesi ve onun nüfuzu Altışehir'de odur. Çağatay Han'ın ölümünden bir yüzyıl geçtikten sonra, Çağatay Han'ın soyu bu iki kabile beyinin eline geçer.
Moğolca Manglay Süye olarak adlandırılan "Altışehir"in adının Cengiz Han tarafından mı, yoksa Çağatay Han tarafından mı verildiği belli olmamakla beraber, Duğlat kabilesinin beyi Urtup'un idaresine verilmiştir. Bu kabileye mensup olan, Tarih-i Reşidî'nin yazarı Mirza Haydar Duglat, atalarını geçmişe doğru şöyle sıralamaktadır: Muhammed Hüseyin Emiri Said Ali - Emir Ahmed defa kabul eden Duğlat beyi olup Urtup'un torunudur.[48]
Herat şehrinde 1508 tarihinde Özbek hanı Şaybak tarafından öldürülen Muhammed Hüseyin Taşkent'te altı yıl kadar valilik yapmıştır. Muhammed Hüseyin'in oğlu olan Mirza Haydar Duğlat 1499 yılının Ağustos ayında Taşkent'te doğmuştur. Mirza Haydar Duğlat ana tarafından, Timur'un beşinci kuşaktan torunu Hindistan fatihi Babur'un akrabasıdır. Çağatay Hanı Yunus Han'ın kızı olan Babur'un annesi Kutluk Nigâr Hanım, Mirza Haydar Duğlat'ın annesi olan Hub Nigâr Hanım'ın ablasıdır.[49] Haydar Mirza Duğlat'ın amcası Seyit Muhammed Mirza, Seidiye Hanlığı'nın ikinci hanı Abdulreşit Han tarafından 1533'te öldürülünce, bu olaydan korkan Haydar Mirza Duğlat Timurlular tarafına kaçar ve 1541'de Keşmir'i fethederek, orada devlet kurar. Kendisini korkutan kişinin adına bağışladığı ünlü eseri Tarih-i Reşidî'yi burada yazar. O, 1551 Ekiminde yerlilerin bir isyanı sırasında, okla vurularak öldürülür.[50] Böylece, Haydar Mirza Duğlat'ın ölümüyle Altışehir ve Keşmir'de 13. yüzyıl ortalarından 16. yüzyıl ortalarına kadar süren, Duğlat soyunun 300 yıllık saltanatı sona erer.
2.6. Seidiye Hanlığı (Yarkent Hanlığı)
Çağatay Han'ın onüçüncü kuşaktan, Timur'un beşinci kuşaktan torunu ve Babur'un dayısı olan Ahmet Alçahan'ın oğlu Seyit Han (1484-1533), uzun bir müddet Babur ile kader birliği yaptıktan sonra, 4.700 kişilik kuvvet ile Artuş üzerinden Kâşgar'a doğru ilerleyecektir. Seyit Han'dan 350 yıl sonra, Ocak 1865 yılında Yakup Bey de bu yol ile Kâşgar'a gelecektir. Seyit Han'ın Kâşgar'ı hedef aldığı o zaman, Kâşgar'da zalimliği ile tanınmış Duğlat beylerinden Abubekir saltanat sürmektedir. O, 1478 yılında Seyit Han'ın dedesi Yunus Han'ı Yarkent civarında yenerek, Kâşgar'ı ele geçirmesinden, Seyit Han'ın Kâşgar'a geldiği 1514 yılına kadar 36 yıl buranın mutlak bir hükümdarı olacaktır. Sayramî'ye göre, "Abubekir kadar zalim padişahın tarihte yine bir benzeri yoktur".[51]
Seyit Han halkın da yardımıyla Kâşgar, Yarkent, Hoten şehirlerini ele geçirir ve 1514'te Seidiye Hanlığı'nı kurar. Seyit Han devletini güçlendirmek amacıyla birtakım ıslahat girişimlerinde bulunur. Aksu gibi verimli topraklara göç teşebbüsünde bulunur. Hazineden halka mülk dağıtır. En önemlisi, halkın iktisadî gücünü yükseltmek için, halk 10 yıl vergiden muaf tutulur.[52]
Aksu'nun kuzey doğusu ile Bay'ın batısındaki Arbat (Aravan) denilen yerde, 1516 yılında, Seyit Han ağabeyi Mansur Han ile görüşür ve aralarında, Altışehir'deki bu hanlığı beraber yönetmekten ibaret bir anlaşma ortaya çıkar. Bu görüşmede tarihçi Haydar Mirza Duğlat da bulunur. Seyit Han, Tibet Budistlerine karşı çıktığı cihat seferinde, 2 Ağustos 1533 günü 48 yaşında ölür.[53]
Hanlık ilk önce Kâşgar'ı, sonradan Yarkent'i başkent edinir. Başkentinin adıyla "Yarkent Hanlığı" veya kurucusunun adıyla "Seidiye Hanlığı" olarak bilinen bu hanlığın kurucusu Çağatay soyundan olsa da, tamamen Türk-İslâm geleneğine göre yaşatıldığı için, bu hanlığa Çağatay Hanlığı denilmemektedir. Eğer bu hanlığı kendine özgü bir özelliğiyle izah etmek gerekirse, en çarpıcı kendine özgü bir yönü, hanlığın kuruluşundan başlayarak hocaların koyu etkisi altında kalmasıdır. Hanlığın genel manevî havasına tasavvuf hâkim olduğu için, hanların ve devlet adamlarının askerî ve siyasî fikirleri sınırlı kalır. Dünyada ve komşularında cereyan eden değişiklikleri takip edemezler. Bu yüzden Seidiye Hanlığı siyasî ve askerî bakımdan komşuları ile rekabet edebilecek seviyeye ulaşamamıştır. Abdullah Han döneminde (1638/39-1668) kuzey komşuları olan Kalmukların büyük bir askerî güce sahip olduğu bilinmektedir. Buna karşı önlem alınırsa da iş işten geçmiş, her şey Abdullah Han'ın aleyhine, genel olarak Saidiye Hanlığı'nın aleyhine işlemiştir.[54]
Yarkent'te toplanan hocalar arasındaki iktidar mücadelesi, Abdullah Han ile oğlu Yolbars Han'ın arasının açılmasına sebep olur. Abdullah Han, 1662'de Yolbars Han'ı Kâşgar'a vali tayin ederek başkentten uzaklaştırır. Bu tedbir Yolbars Han'ın arkasındaki "Aktaglık" hocaları daha çok gücendirir. "Karataglık" Hocalar ise Abdullah Han'ı destekleyerek, iç savaşı körükleyecektir. Bundan sonra Kâşgar Aktaglık Hocaların merkezi, Yarkent ise Karataglık Hocalar'ın merkezine dönüşecektir.[55]
Hindistan'daki Timur oğullarının devleti ile iyi ilişki kurmaya çalışan Abdullah Han, 1664'te Mir Hacı Pulad'ı elçi olarak Hindistan'a gönderir. O zaman Hindistan padişahı, Babur'un beşinci kuşaktan torunu olan Alemgir (1618-1658-1707), 1665 yılında, Hoca İshak'ı elçi olarak Kâşgar'a gönderir. Fakat, o arada Kâşgar'da kargaşa olduğunu duyunca, Hoca İshak yoldan Hindistan'a geri döner. Sözü geçen kargaşa, Abdullah Han'ın oğlu Yolbars Han tarafından yenilip, tahtını bırakarak Hindistan'a sığınması sırasında çıkar. Abdullah Han'ın geleceğini duyunca Alemgir, onun olağanüstü bir şekilde karşılanmasını buyurur.
Aktaglık ve Karataglık Hocalar'ın çekişmeleri sırasında yalnız saltanatını değil, hayatını bile sürdüremeyeceğini anlayan Abdullah Han, 1667 yılında Seidiye Hanlığından ayrılarak, Hindistan'daki Timur oğullarına sığınır. Aktaglık Hocalar ve Aktaglık taraftarı beyler, 1668 yılında Abdullah Han'ın oğlu Yolbars'ı han ilân ederler. Karataglık Şadi Hoca'nın oğlu Abdullah Hoca, kendi taraftarı olan bey ve müridlerini yanına alarak, Aksu'ya çekilir ve orada iken, Abdullah Han'ın kardeşi İsmail'i kendileri için han tayin ederler. Aksu şehrinin Hakim Beyi ile Hoten şehrinin Hakim Beyi, İsmail Han'ı destekler. Karataglıklar işi daha sağlam bir kuvvete bağlamak için, Oyratların iktidar muhalifi Altan Teyci'ye adam gönderip yardım ister. Altan Teyci bu teklifi kabul eder ve asker gönderir. Oyratların iktidarında bulunan Singge ise, Yolbars Han'ı desteklemektedir. Böylece Oyratların da iki taraf olarak askerî kuvvete başvurmaları ile, Aktaglık ve Karataglık Hocalar'ın mücadelesi savaş hâline dönecek, çekişme sahası başkent Yarkent olacaktır. Bu savaşı Yolbars Han kazanır ve Yarkent tahtına oturur. Fakat, bu defa Yolbars Han'ın tahtı yanında başka birisi vardır; bu kişi, Singge'nin yüksek dereceli komutanı Erk Beg'dir. Erk Beg bir müddet sonra, Yolbars Han'a karşı olan kişileri kışkırtarak, Yarkent'te isyan çıkartır. İsyancılar Yolbars Hanı öldürür. Yolbars Han'ın küçük yaştaki oğlu Abdullatif, han ilân edilir. Abdullatif tahta çıkar çıkmaz annesinin aklı ile isyan eden beyleri kılıçtan geçirir, babasının öcünü almaya kalkar. Erk Beg Kâşgar'a kaçarken, yol üstü Aksu'daki İsmail Han'a haber gönderip, ona Yarkent'i ele geçirmenin tam fırsatı olduğunu anlatır. İsmail Han bu haberi duyunca askerî faaliyete başlar ve 2 Nisan 1670 tarihinde Yarkent İsmail Han'ın eline geçer. Yolbars Han'ın oğlu Abdullatif Kâşgar'a kaçar. İsmail Han Kâşgar'a kuvvet gönderip, Yolbars Han'ın çoluk çocuğunu öldürtür. Aktaglık Hocalar takip edilir.[56]
İsmail Han, ağabeyi Abdullah Han'ın izini takip ederek, Karataglık Hocaları desteklemeye devam eder. Aktaglık Hocalar'ın lideri Appak Hoca, İsmail Han tarafından kovulur. Appak Hoca Keşmir yolu ile Tibet'e geçer ve Budistler'in lideri V. Dalay Lama ile görüşür. Ondan İsmail Han'a karşı yardım etmesini ister. Bu istek, Dalay Lama ve Kalmuklar tarafından hoş karşılanır. Kalmuk komutanları ve Appak Hoca'nın başında bulunduğu 12 bin kişilik Cungar ordusu Yarkent şehrini ele geçirir. Esir alınan İsmail Han ailesiyle beraber İli'ye götürülür. 1678'de cereyan eden bu olay ile, Seidiye Hanlığı topraklarında, 1755'teki Birinci Çin İstilâsına kadar sürecek olan 77 yıllık "Hocalar Devri" başlar. Bu devir içinde Hocalar, her yıl Kalmuklara 100 bin madenî para vergi verirler. Bir madenî para 35 gram gümüşe eşit olup, toplam yıllık vergi miktarı, 3.5 ton gümüşe eşittir. Bu vergi Altışehir'deki her aile gelirinin %55'i ile karşılanır.[57]
Seidiye Hanlığı'nın, siyasî ve askerî cihetten güçsüz olmasına rağmen, iktisat, edebiyat ve sanatta birçok gelişmelere sahne olduğu bilinmektedir: Doğu Türkistan tüccarları Çin'e altın, yeşim taşı, yün, deri götürüp, oradan ipek giysi ve porselen alırlar. Hindistan'a keçe, pamuklu kumaş, altın ve Çin mallarını götürüp, oradan baharat getirirler.[58]
Edebiyat ve sanattaki gelişmelere ise, Mirza Haydar Duğlat'ın Tarih-i Reşidî'si, Şah Mahmut Çuras'ın Tarih-i Reşidi Zeyli gibi tarihî eserler, o dönemin ürünleridir. Seyit Han ile Seyit Han'ın oğlu Abdulreşit Han'ın ikisi de şairdir. Seidiye Hanlığı'nın en ünlü musikî-şinası Kıdırhan Yarkendî olup, onu Abdulreşit Han yanından hiç ayırmazmış. Onun zamanında Seidiye Hanlığı Türk musikî-şinaslığının merkezi olur. Irak, İran, Tebriz, Harezm, Semerkant, Endican, İstanbul, Keşmir, Belh ve Şiraz gibi yerlerden gelen müzik heveslileri Yarkent'te toplanırlar.[59] Abdulreşit Han'ın eşi Amannisahan hem şair, hem musikî-şinastır. Fakat, Amannisahan'ın eserleri, Amannisahan'dan yüzyıl sonra, Appak Hoca'nın tahta çıktığı sırada yasaklanır ve ateşe verilir.[60]
Sonuç olarak, Seidiye Hanlığı'nın genel durumu için şunları söyleyebiliriz: Bir millî devletin varlığını sürdürebilmesi için, iktisat ve sanattaki gelişmeler yetmeyecektir. Bu gelişmeler ile bütünleşen, komşuları ile rekabet edebilecek siyasî ve askerî güç de gerekecektir.
Seidiye Hanlığı'ndaki genel durumun tersine, Cungar Hanlığı'nda (Oyratlarda) göçebe bir milletin hayat tarzına uygun olarak, devletin bütün varlığını askerî güce dayanarak sürdürdüğü bilinir. Fakat, böyle bir devletin de uzun ömürlü olmayacağını Cungar Hanlığı'nın başına gelenler gösterecektir.
Yunus Han'ın torunları olan Babur, Seyit Han ve Haydar Mirza Duğlat'ın bu üç torununun olağanüstü girişimler ile, tarihin çetin denemelerinden geçerek, üç yörede, Hindistan, Altışehir ve Keşmir'de aynı çağda, 16. yüzyılın ilk yarısında üç devlet kurmaları bir rastlantı değildir. Cengiz'in ve Timur'un neslinden gelen bu üç şahsiyet, Türkistan tarihinin öyle bir dönüm noktasında doğup büyüyeceklerdi ki, Türkistan'da Çağatay'ın bıraktığı 250 yıllık devlet ile Timur'un bıraktığı 150 yıllık devlet, artık yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Böylece Çağatay ve Timur oğulları da yok olup tarihten silinebilecektir. Bu bütün bir devletin, bütün bir neslin başına çöken kara günler, ölüm-kalım savaşının doğurduğu o acımasız kanlı olaylar, Türkistan bozkır doğasının o sert iklimi, bu üç şahsiyeti, insanlarda olabilecek bütün yetenekler ile beraber doğurup, yoğurup büyütecektir. Onlar büyük bir asker, büyük bir devlet adamı olarak tarih yarattıkları gibi, büyük bir ülkücü, büyük bir yazar olarak Babur'un Vek?y?'si, Haydar Mirza Duğlat'ın T?r?h-i Reş?d?'si gibi ölümsüz eserler ile tarih de yazacaklardır. İşte onların sayesinde Çağatay devleti Doğu Türkistan'da yine 150 yıl, Timur devleti Hindistan'da yine 350 yıl yaşayacaktır.
2.7. Seidiye Hanlığından Günümüze Doğu Türkistan
Kalmuklar 1674'te Turfan, Ürümçi ve İli bölgelerinde Cungariye devletini kurdular. 1679'dan sonra 18 yıl boyunca bu devlet bölgenin güneyine de hâkim oldu. Kalmukların hâkimiyetindeki bu devir, Doğu Türkistan'da genel vali sıfatıyla hocaların hüküm sürdüğü bir devir olmuş; bu sebeple "Hocalar Devri" olarak adlandırılmıştır.[61]
Bu tarihten sonra bölgede yine karışıklıklar görülmeye başlanır. 1864'ün Aralık ayında Sıddık Bey Kıpçak isyan ederek Yenihisar ve Kâşgar'ı ele geçirdikten sonra Hokand Hanı Hudayar Han'a bağlılık bildirdi. Bunun üzerine Hudayar Han, Büzrük Han Türe'yi Kâşgar valisi, Yakup Bey'i de başkumandan olarak bölgeye gönderdi. Ancak Sıddık Bey bunu kabul etmeyince bertaraf edilerek Kâşgar resmen Hokand Hanlığı'na bağlandı. Bir süre sonra Yarkent de hanlığın topraklarına katıldı. Bu sırada Batı Türkistan Rus işgaline uğradı ve Kâşgar'a büyük göç oldu. Göç sırasında, 1865'te Yakup Bey Kâşgar valisini devirerek Hokand Hanlığı'nın sona erdiğini ilân etti ve Atalık Gazi Bedevlet Yakup Bey unvanı ile Kâşgar ve Yarkend hükümdarı oldu. Yakup Bey 1866'da Hoten'i, 1867'de Kuça'yı, 1868'de Turfan'ı, Ürümçi'yi ve Kumul'a kadar olan bölgeleri ele geçirerek hâkimiyet sınırlarını genişletti.[62]
İngilizler Yakup Bey'in bu hareketi ile ilgilendiler. 1868'de Kâşgar'a gelen ticarî heyet Yakup Bey ile görüştü ticarî antlaşma imzalandı. Yakup Bey bir yandan İngilizlerle dostça ilişkiler kurmaya çalışırken, diğer yandan da Osmanlı Sultanı Abdulaziz'e oğlu Seyid Yakup Han Töre (Hoca Töre)'yi yollayarak yardım talep etti. Hoca Töre, Türkistan'daki gelişmeleri sultana ve ileri gelenlere ilettikten sonra sultanın yüksek himayesine girmek istediklerini belirtmiştir. Sultan bu isteğe kayıtsız kalmayarak bir gemi ile silâh ve asker yardımı yollamıştır. Bu andan itibaren Yakup Bey, sultanın verdiği emirlik unvanını alarak hâkimiyeti altındaki topraklarda hutbeyi Abdülaziz Han adına okutmuş ve sikkeleri onun adına bastırmıştır.[63]
Yakup Bey Petersburg'a elçi yollayarak Rusya ile de dostça ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Osmanlı himayesine giren ve Çin'e karşı Rusya ve İngiltere arasında denge politikası yürüterek yerini bir dereceye kadar sağlamlaştıran Yakup Bey, maalesef 1877 yılının Mayıs ayında vefat etmiş; Çinliler de hiç vakit geçirmeden yaptıkları taarruzla 16 Mayıs 1878'de Doğu Türkistan'ın tamamını işgal ve istilâ etmişlerdir. Bir süre Zo Zungtang komutasındaki ordu tarafından idare edilen Doğu Türkistan, 18 Kasım 1884'te Çin imparatorunun emriyle 19. eyalet olarak Şin-cang (Xin jiang "Yeni Toprak") adıyla doğrudan imparatorluğa bağlanmıştır.
Doğu Türkistan üzerindeki Mançu sülâlesinin hâkimiyeti 1911 yılına kadar devam etti. Bu tarihte Çin'deki Mançu sülâlesi yıkılarak cumhuriyet rejimi kuruldu ve bu rejim de bölgeyi kâğıt üzerinde elinde tuttu. Bu zaman zarfında mahallî idareciler merkezin zayıflığı sebebiyle tamamen bağımsız hareket ediyorlardı. Hatta dış ülkelerle doğrudan doğruya antlaşmalar yapabiliyorlardı. Ancak bu sürede de Doğu Türkistan idarecilerinin Çinli olduğu unutulmamalıdır.
1930'lara gelindiğinde, yerli idarecilerin halk üzerindeki baskıları artmış ve halkı bezdirmişti. Bunun bir sonucu olarak yer-yer ayaklanmalar patlak vermeye başladı. Bunlardan önemlileri şunlardır:
Hoca Niyaz Hacı liderliğinde, Nisan 1931'de Kumul ayaklanması, Mahmut Muhiti liderliğinde, Ocak 1933'te Turfan ayaklanması Mehmet Emin Buğra liderliğinde, Şubat 1933 Hoten ayaklanması
Bunların yanında, yine 1933 yılı içinde Tarım havzasında Timur ve Osman isimli kişilerin liderliğinde, Altay'da Şerif Han Töre liderliğinde ayaklanmalar patlak verdi. Bütün bu ayaklanmalar sonuç verdi ve aynı sene Ürümçi şehri haricinde bütün Doğu Türkistan Çinlilerden temizlendi
İhtilâllerin ilk başladığı yer olan Kumul'daki ayaklanmaya Döngenlerden Ma Jung Ying, Mayıs 1931'de emrindeki yüz gönüllü ile katıldı; ancak yaralanınca Temmuz'da Kansu'ya döndü.
Kumul'a Eylül 1931'de Ruslar yardım teklif etti ise de Kumul ihtilâlcileri reddetti. Bunun üzerine Rusya Doğu Türkistan'ın valisi Jing Şu Ren'le Ekim ayında gizli bir antlaşma yaparak vali kuvvetlerine silâh yardımına başladı. Buna rağmen bölgeye hâkim olamayan Jing Şu Ren, Nisan 1933'te Rusya üzerinden Çin'e kaçınca başkumandan Şing Şi Sey kendini askerî vali ilân ederek idareyi ele aldı.
1933'te Ma Jung Ying binden fazla gönüllüyle tekrar gelerek 16 Haziranda Hoca Niyaz Hacıyla görüştü. Ma Jung Ying'in bütün askerî işleri tek başına ele almak istemesine Hoca Niyaz karşı çıktı. Bunun üzerine Ma ihtilâlcilere saldırarak ellerindeki silâh ve mühimmatı aldı. Hoca Niyaz'ın zor duruma düştüğünü gören Rusya, Hoca Niyaz'a Şin ile anlaşmasını teklif etti. Teklifi değerlendiren Hoca Niyaz, 9 Temmuz 1933'te Şin ile anlaştı. Antlaşmaya göre Tanrı dağlarının güneyi Hoca Niyaz'ın, kuzeyi de Şin'in idaresinde olacaktı. Antlaşma Ürümçi'de imzalandı.
Bu şekilde 12 Kasım 1933'te, Kâşgar'da "Şarkî Türkistan İslâm Cumhuriyeti" ilân edildi ve aşağıdaki hükûmet kuruldu:
Cumhurbaşkanı Hoca Niyaz HacıBaşbakan Sabit Damollah AbdülbakiErkan-ı Harbiye Reisi General Mahmut Muhitiİçişleri Bakanı Seyitzade Yunus BekDışişleri Bakanı Kasım CanEğitim Bakanı Abdulkerimhan MahdumEvkaf Bakanı Şemsettin TurdiAdalet Bakanı Zarif KariZiraat ve Ticaret Bakanı Abdul HüseyinMaliye Bakanı Ali AhunHarbiye Bakanı Oraz BekSağlık Bakanı Abdullah Hani
Ocak 1934'te Çöçek ve Altay sınırından giren Kızıl Ordu, Ürümçi civarında Ma Jung Ying'i bozguna uğratarak Kâşgar'a doğru ilerlemeye başladı. Bu arada Ürümçi'den Kâşgar'a gelen başkonsolos Afserof, Hoca Niyaz ile görüşerek hükûmetin lâğvedilmesi ve kendisinin Ürümçi'de Şing Şi Sey ile birlikte ortak idare kurmasını teklif etti. Bunu kabul etmek zorunda kalan Hoca Niyaz, Afserof ile birlikte Kâşgar'dan ayrıldı. Ürümçi'de genel vali yardımcısı oldu ve böylece hükûmet sona erdi.
Eylül 1938'de Şing Şi Sey, Stalin'in mümtaz misafiri olarak Moskova'ya gitti ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ne üye oldu.
Nisan 1937'de çıkan ihtilâlin bastırılmasının ardından Hoca Niyaz tutuklandı; sonra da Şerif Han Töre ve diğer mücahitler gibi işkence ile öldürüldü. Aynı yıl Barköl'de dört ayaklanma ile Şubat 1940'ta ve Haziran 1941'de Altay'da çıkan ayaklanmalar kanlı bir şekilde bastırıldı.
Şing Şi Sey bir yandan Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurarken diğer yandan Çin ile gizlice anlaşmıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında fırsatını bulan Şing Şi Sey Çin'e bağlılığını ilân etti. Bunun üzerine önceden sınıra yığınak yapmış bulunan Çin ordusu ülkeye girdi, Kızıl Ordu Doğu Türkistan'ı terk etti. Bu, Milliyetçi Çin'in Doğu Türkistan'a soktuğu ilk kuvvetti. Halk Çin işgaline karşı yer yer direnişe geçti. Bunlardan bir kısmını Rusya desteklemekteydi.
Eylül 1944'te İli'de çıkan ayaklanma sonuç verdi ve İli, Altay, Tarbagatay vilâyetleri kurtarılarak 12 Kasım 1944'te "Şarkî Türkistan Cumhuriyeti" ilân edildi:
Cumhurbaşkanı Ali Han TöreCumhurbaşkanı Muavini Hekim Hoca BegGenel Sekreter Abdürrauf BegMaliye Bakanı Enver MusabayEğitim Bakanı Seyfettin AziziSağlık Bakanı Muhittin KanatAdalet Bakanı Mehmet Can Mahdum
İli'de hükûmet kurulduktan sonra Ruslar isyancılara yardım olarak silâh, askerî ve sivil müşavirler yolladı. Bu müşavirler vasıtasıyla Rusya, Çin'le antlaşma yapılmasını telkin etti. Bunun üzerine Çin'le görüşmeler başladı. Çin görüşmelerde aracı olmaları için literatürde "Üç Efendi" olarak bilinen İsa Yusuf Alptekin, Mehmet Emin Buğra ve Mesut Sabrı'yi Doğu Türkistan'a davet etti. Ülkeye gelen Üç Efendi çoğunlukla gençlerin dinleyici olarak katıldığı bir konferans düzenleyerek tam bağımsızlığa ulaşmak için önce Çin'e bağlı bir millî muhtariyet kurulmasının ve bu şekilde kültürün, mefkûrenin ve iktisadî hayatın yükseltilmesinin en uygun yol olduğunu, bir süre sonra Doğu Türkistan'ın Rus boyunduruğuna girme tehlikesinden de uzak olarak bağımsız olabileceğini anlattılar. Görüşmelerin sonunda anlaşma sağlandı.[64] Ancak antlaşmaya taraftar olmayan Ali Han Töre ile birkaç reis Rusya'ya kaçırıldı.
Antlaşma neticesi Ürümçi'de 15'i yerli, 10'u da Çinli olmak üzere 25 kişilik ortak bir hükûmet kuruldu. Buna göre Çinli general Zhang Zhi Zhong Genel Vali, Kremlin yanlısı olan Ahmetcan Kasım ile Burhan Şehidî de vali muavinleri olmuşlardı. Aynı hükûmete Mehmet Emin Buğra Bayındırlık Bakanı, Canım Han Maliye Bakanı, İsa Yusuf sandalyesiz üye olarak girmiş, Mesut Sabri de Eyalet Genel Müfettişi olmuştu.[65]
İhtilâl kuvvetlerinin altında olan ve Ruslarca desteklenen İli, Altay, Tarbagatay vilâyetlerine Çin eli uzanmıyor, güneydeki Çinlileştirme politikası ise halkın kuzeydeki gibi Rusya'ya meyline sebep oluyordu. Bunun üzerine Çin, Mesut Sabri'yi genel valiliğe, İsa Yusuf'u da hükûmet genel sekreterliğine atamak yoluyla idareyi milliyetçilere bıraktı. Hükûmetin Rus yanlısı üyeleri bu yeni durum karşısında İli bölgesine çağrıldılar ve hükûmetten çekildiler.
"Milliyetçi hükûmet" ilk iş olarak Türkleşme prensibiyle eğitime el attı. Bu hareket Çin'i ve Rusya'yı telâşlandırdı. 1948'de Doğu Türkistan'da bulunan Çin silâhlı kuvvetleri başkumandanı bir beyanname yayınlayarak yerli milliyetçilerin Rus taraftarlarından daha tehlikeli olduğunu ifade etti.[66]
Aynı sıralarda Çin'de Mao'nun meşhur yürüyüşü gerçekleşmekteydi. Bunun bir neticesi olarak Çin hükûmeti, S.S.C.B.'ne hoş görünmek amacıyla, 1 Ocak 1949'da Mesut Sabri ve İsa Yusuf'u işten el çektirdi. Yerlerine Kremlin yanlısı komünist Burhan Şehidî getirildi. Bu arada Çinli komünistler yavaş yavaş Çin'e hâkim olmuş ve Doğu Türkistan sınırına dayanmıştı. Eylül 1949'da Doğu Türkistan'daki milliyetçi Çin birliklerinin baş kumandanı, Çin komünist hükûmetine bağlılık ilân etti. Böylece komünist ordu hiçbir askerî kuvvetle karşılaşmadan ülkeye girdi.
İsa Yusuf, Mehmet Emin Buğra ve binlerce Uygur ve Kazak Türkü Hindistan ve Pakistan'a iltica etti. Mesut Sabri şehit edildi. Böylece Doğu Türkistan'daki karanlık günler başladı. On binlerce aydın öldürüldü ve hapislere atıldı.
O tarihten günümüze dek Çin'e karşı bağımsızlık mücadelesi devam etmektedir. Son olaylarla doruk noktasına çıkmıştır ve yer yer ayaklanmalar olduğu gözlenmektedir. Ayaklanmaların Uygur Türkleri bağımsızlığa kavuşuncaya kadar devam edeceği anlaşılmaktadır.
[02:44
|
0
yorum
]
0 yorum
Yorum Gönder